ÖRNEK CÜMLELER
The students eat. | Öğrenciler yer. |
The students eat meat. | Öğrenciler et yer. |
They eat it. | Onlar onu yerler. |
The students eat meat hungrily at school on Sunday. | Öğrenciler Pazar günleri okulda iştahla et yerler. |
I eat meat. | Et yerim. |
I eat what they eat. | Ben onların yediğini yerim. |
They students eat meat when they want. | Öğrenciler istedikleri zaman et yerler. |
The students who come late ate meat. | Geç kalan öğrenciler et yediler. |
The English drink a lot of beer. | İngilizler çok bira içerler. |
There is a pair of scissors on the desk. | Masanın üstünde bir makas var. |
My brother is a lawyer. | Erkek kardeşim avukattır. |
A Ahmet Güler called you this morning. | Bu sabah seni Ahmet Güler diye biri aradı. |
Three times a week. | Haftada üç kez. |
2000 Tl. a kilo. | Kilosu 2000 lira. |
90 km. an hour. | Saatte 90 km. |
What a beautiful song! | Ne güzel bir şarkı. |
What a silly film! | Ne saçma bir film! |
What a pity! | Ne yazık! |
What a shame! | Ne ayıp! |
There are some people in the street. | Sokakta insanlar var. |
Are there some students in the room? | Odada öğrenciler var mı? |
I have some money in the bank. | Bankada biraz param var. |
Do you have some time for me? | Bana ayıracak biraz zamanın var mı? |
There aren't any apples on the table. | Masada hiç elma yok. |
There isn't any time left. | Hiç zaman kalmadı. |
Do you see any clouds? | Hiç bulut görüyor musun? |
I don't want anymore. | Daha fazla istemiyorum. |
Some people are waiting for you. | Birkaç kişi seni bekliyor. |
Something is bothering me. | Bir şey beni rahatsız ediyor. |
Somebody is calling you. | Birisi seni arıyor. |
Nobody one is waiting for you. | Seni hiç kimse beklemiyor |
Nothing is brothering me. | Hiçbir şey beni rahatsız etmiyor. |
Nobody is calling you. | Kimse seni aramıyor. |
Any student cn understand this. | Bunu hangi öğrenci olsa anlayabilir. |
Anybody can do this. | Bunu kim olsa yapabilir. |
Books are useful. | Kitap yararlıdır. |
Dogs are animals. | Köpek bir hayvandır. |
Cheese is made from milk. | Peynir sütten yapılır. |
We need oxygen and water. | Oksijen ve suya ihtiyacımız vardır. |
Man has his problems. | İnsanların kendi sorunları vardır. |
Mankind has its problems. | İnsanoğlunun kendi sorunları vardır. |
Civilized man can not live without electricity. | Uygar insan elektrik olmadan yaşayamaz. |
Children enjoy playing. | Çocuklar oynamaktan hoşlanırlar. |
Careful reading is necessary. | Dikkatli okuma gereklidir. |
Children should go to bed early. | Çocuklar erken yatmalıdır. |
We were at breakfast at 8 o'clock. | Saat sekizde kahvaltıdaydık. |
They go to church every Sunday. | Her Pazar kiliseye giderler. |
She was in class yesterday. | Dün dersteydi. |
He is at school today. | Bugün okuldadır. |
They just came to town. | Kente daha yeni geldiler. |
We'll be on vacation next week. | Gelecek hafta tatil olacağız. |
He goes to work on Saturdays. | Cumartesi günleri işe gider. |
They play bridge and poker. | Briç ve poker oynarlar. |
We play football or basketball on Sundays. | Pazar günleri futbol veya basketbol oynarız. |
The first question was easier than the last one. | İlk soru, sonuncudan daha kolaydı. |
Please call the next student. | Lütfen bir sonraki öğrenciyi çağırın. |
They asked me the same question. | Bana aynı soruyu sordular. |
They asked me the same. | Bana aynısını sordular. |
Last summer we went to Antalya. | Geçen yaz Antalya'ya gittik. |
What will you do next week? | Gelecek hafta ne yapacaksın? |
He is the tallest boy in our class. | Sınıfımızın en uzun boylu çocuğudur. |
She is the most beautiful girl I have ever seen. | Ömrümde gördüğüm en güzel kızdır. |
Most people have stopped smoking. | Çoğu insanlar sigarayı bıraktı. |
Most boys like football. | Çoğu erkek çocuk futboldan hoşlanır. |
Can you play the piano? | Piyano çalabilir misin? |
I heard the news on the radio. | Haberi radyoda işittim. |
I often talk with her over the telephone. | Onunla sık sık telefonda konuşurum. |
I like watching television. | Televizyon izlemekten hoşlanırım. |
There is a good film on TV tonight. | Bu gece TV'de iyi bir film var. |
Please don't go. | Lütfen gitmeyiniz. |
Don't go there now. | Oraya şimdi gitme. |
Read a book tonight. | Bu gece bir kitap oku. |
Please call me. | Lütfen beni ara. |
Take me home. | Beni eve götür. |
Use my car. | Benim arabamı kullan. |
Bring the book to me. | Kitabı bana getir. |
Please go home now. | Lütfen şimdi eve git. |
Help the man. | Adama yardım et. |
Thank the man. | Adama teşekkür et. |
Ask the man. | Adama sor. |
Answer the man. | Adama cevap ver. |
It will cost you a lot. | Sana pahalıya mal olacak. |
The exam is on Monday. | Sınav pazartesi günüdür. |
They are tired. | Onlar yorgundur. |
They are not tired. | Onlar yorgun değildirler. |
Am I next? | Sonraki ben miyim? |
Aren't you hungry? | Acıkmadın mı? |
Isn't he at home? | Evde değil mi? |
Aren't I next? | Sıra bende değil mi? |
Where is the teacher? | Öğretmen nerededir. |
Why are you late? | Neden geç kaldın? |
What is on the table? | Masa da ne var? |
How are you? | Nasılsınız? |
Which student is good? | Hangi öğrenci iyidir? |
How much is a kilo? | Kilosu kaçadır? |
You are tired, aren't you? | Yorgunsun, değil mi? |
I'm right, aren't I? | Haklıyım, değil mi? |
She isn't happy, is she? | O mutlu değildir, değil mi? |
We're not late, are we? | Geç kalmadık, değil mi? |
He is at home, isn't he? | O evdedir, değil mi? |
My father is in Afrika. | Babam Afrika'dadır. |
His house is in İstanbul? | Evi İstanbul'dadır. |
The poor man was in need. | Yoksul adam ihtiyaç içindeydi. |
Speak to him in English. | Onunla İngilizce konuşun. |
He is in trouble. | Başı belada. |
We have breakfast in the morning. | Sabahları kahvaltı ederiz. |
We have tea in the afternoon. | Öğleden sonra çay içeriz. |
We watch TV in the evening. | Akşamları televizyon izleriz. |
The car is on the bridge. | Otomobil köprüdedir. |
The library is on the right. | Kütüphane sağdadır. |
The bank is on the left. | Banka soldadır. |
On a weekday. | Hafta içi bir gün. |
My father is on the telephone. | Babam telefonda. |
The program is on the radio. | Program radyodadır. |
On receiving your letter, A sat down to answer it. | Mektubunu alır almaz, cevap yazmaya oturdum. |
The student is at the blackboard. | Öğrenci tahtadadır. |
The postman is at the door. | Postacı kapıdadır. |
He is at home. | O evdedir. |
He lives on Büklüm Street. | Büklüm sokağında oturuyor. |
I am very good at tennis. | Teniste iyiyimdir. |
She is not good at cooking. | Yemek pişirmede iyi değildir. |
I am tired. | Yorgunum. |
The baby is hungry. | Bebek acıkmış. |
We are happy. | Mutluyuz. |
The new students are lazy. | Yeni öğrenciler tembeldir. |
Five students are sick. | Beş öğrenci hastadır. |
How big is your room? | Odanız ne kadar büyüktür? |
How old is this building? | Bu bina ne kadar eskidir? |
How old are you? | Kaç yaşındasınız? |
How tall are you? | Boyunuz ne kadardır? |
How tall is this building? | Bu bina ne kadar yüksekliktedir? |
How high is this mountain? | Bu dağ ne kadar yüksekliktedir? |
How long is this table? | Bu masa ne kadar uzunluktadır? |
How far is Ankara? | Ankara ne kadar uzaklıktadır? |
How long is a class? | Bir ders ne kadar sürer? |
How long does it take to go there? | Oraya gitmek ne kadar alır? |
How much money is lost? | Ne kadar para kayboldu? |
How much time do we have? | Ne kadar zamanımız var? |
How many books do you have? | Kaç tane kitabın var? |
How many people are here? | Kaç kişi buradadır? |
She is the most beautiful girl in our class. | Sınıfımızın en güzel kızıdır. |
This is the worst film I have seen. | Gördüğüm en kötü film. |
He is the best athlete in our school. | Okulumuzdaki en iyi sporcudur. |
We have the most money. | En çok para bizde. |
I am surprised. | Şaşırdım. |
I got surprised. | Hayret ettim. |
You look surprised. | Şaşırmış görünüyorsun. |
You sound surprised. | Şaşırmış gibisin. (Konuşmana bakılırsa…) |
I am interested in your past. | Senin geçmişinle ilgiliyim. |
I got interested in tennis. | Tenise ilgi duymaya başladım. |
The students seem interested. | Öğrenciler ilgilenmiş görünüyorlar. |
The news was surprising. | Haber şaşırtıcıydı. |
His presence at the meeting was surprising. | Toplantıda bulunuşu şaşırtıcıydı. |
The book is interesting. | Kitap ilginçtir. |
He is an interesting person. | O ilginç bir kimsedir. |
I am hungry. | Açım. |
I get hungry. | Acıkırım. |
I am angry. | Kızgınım. |
I get angry | Kızarım. |
I am getting angry. | Kızmaya başlıyorum. |
Roses are red. | Güller kırmızıdır. |
Roses, get red in spring. | Güller ilkbaharda kızarırlar. |
He became a doctor. | Doktor oldu. |
I will become an actor. | Aktör olacağım. |
He became ill. | Hastalandı. |
He became happy. | Mutlu oldu. |
I am growing impatient. | Sabrım taşıyor. |
The metal is growing hotter. | Metal gittikçe ısınıyor. |
Your dress looks beautiful. | Elbisen çok güzel görünüyor. |
The patients looked desperate. | Hastalar çaresiz görünüyorlardı. |
You look happy today. | Bugün mutlu görünüyorsun. |
This book seems interesting. | Bu kitap ilginç görünüyor. |
The students seem interested. | Öğrenciler ilgilenmiş görünüyorlar. |
The weather seems better day. | Bugün hava daha iyi görünüyor. |
This suitcase feels heavy. | Bu bavul ağır gibi. |
I feel happy today. | Bugün mutlu hissediyorum. |
The cool water felt good. | Serin su iyi geldi. |
That film sounds interesting. | O film ilginç gibi. |
Your idea sounds sensible. | Fikrin mantıklı geliyor. |
You sound unhappy. | Mutsuz gibisin. |
The cake tastes delicious. | Pastanın tadı çok lezzetli. |
The dessert tasted sallty. | Tatlının tadı tuzlu gibiydi. |
The meal tasted strange. | Yemeğin tadı bir tuhaftı. |
This perfume smeels very good. | Bu parfümün kokusu çok güzel. |
The coffee smelled wonderful. | Kahvenin kokusu enfesti. |
The chicken smelled bad. | Tavuk kötü kokuyordu. |
You look like your brother. | Kardeşine benziyorsun. |
She looks like a queen. | Kraliçeye benziyor. |
Your idea seems like a good one. | Fikrin iyiye benziyor. |
It seems like a good party. | İyi bir partiye benziyor. |
He sounds like his father. | Tıpkı babası gibi. |
That sounds like a good idea. | İyi bir fikire benziyor. |
It smells like a cigar. | Kokusu puroya benziyor. |
The meal smells like rotten egg. | Yemek çürük yumurta gibi kokuyor. |
The soup tasted like warm water. | Çorbanın tadı ılık su gibiydi. |
This tomato tastes like an apple. | Bu domatesin tadı elma gibi. |
The water feels like ice. | Su buz gibi. |
This material feels like velvet. | Bu kumaş kadife gibi. |
What does it look like? | Neye benziyor? (Görünümüyle) |
What does it sound like? | Sesi neye benziyor? |
What does it smell like? | Kokusu neye benziyor? |
What does it taste like? | Tadı neye benziyor? |
What does it feel like? | Neye benziyor? (Doku ya da duygu olarak) |
What does it seem like? | Neye benziyor? (Görünümüyle) |
I am well. | İyiyim. |
I worked hard. | Sıkı çalıştım. |
It rained hard. | Çok yağmur yağdı. |
I hardly know you. | Seni pek tanımıyorum. |
Come near. | Yakına gel. |
I nearly broke it. | Onu az kalsın kırıyordum. |
We came late. | Geç geldik. |
I haven't seen him lately. | Onu son zamanlarda görmedim. |
I can drive faster than you. | Senden daha hızlı sürebilirim. |
She types better than I. | Benden iyi daktilo yazar. |
She cooks better than me. | Benden iyi yemek pişirir. |
We work harder than them. | Onlardan çok çalışıyoruz. |
I came earlier. | Ben daha erken geldim. |
She drives the fastest. | Hızlı sürer. |
They came the latest of all. | Herkesten geç geldiler. |
He plays the best of all the others. | Diğerleri içinde en iyi o oynar. |
The man is at the door. | Adam kapıdadır. |
The man at the door. | Kapıdaki adam. |
The girls are in the garden. | Kızlar bahçededir. |
The girls in the garden | Bahçedeki kızlar. |
The picture is on the wall. | Resim duvardadır. |
The picture on the wall. | Duvardaki resim. |
The girl has a red dress. | Kızın kırmızı elbisesi var. |
The girl with the red dress is very pretty. | Kırmızı elbiseli kız çok güzeldir. |
Please call the man waiting at the door. | Lütfen kapıda bekleyen adamı çağırınız. |
There is a book, two notebooks and some pencils on the table. | Masanın üstünde bir kitap, iki defter ve birkaç kalem var. |
There is some money on the table. | Masanın üstünde biraz para var. |
There isn't any money on the table. | Masanın üstünde hiç para yok. |
Is there any money on the table? | Masanın üstünde hiç para var mı? |
I have a little money. | Biraz param var. |
I have little money. | Çok az param var. |
I have a few friends. | Birkaç tane arkadaşım var. |
I have few friends. | Çok az arkadaşım var. |
I have quite a few friends. | Epeyce arkadaşım var. |
I have quite a little money. | Epey param var. |
We have breakfast at 8 o'clock every morning. | Her sabah saat 8'de kahvaltı ederiz. |
I drink a glass of milk every day. | Her gün bir bardak süt içerim. |
She likes horror films. | Korku filmlerinden hoşlanır. |
Water freezes at 0º C. | Su sıfır derecede donar. |
The sun sets in the west. | Güneş batıdan batar. |
People need oxygen ad water. | İnsanlar oksijen veya suya gerek duyar. |
The train leaves at 8 o’clock. | Tren saat sekizde kalkacak. |
I graduate school next year. | Gelecek yıl okuldan mezun olacağım. |
We visit the museums tomorrow. | Müzeleri yarın ziyaret edeceğiz. |
I will leave, when she comes. | O gelince ben gideceğim. |
Wait until he finishes. | O bitirinceye kadar bekle. |
I do my work carefully at the office every day. | Ben her gün işimi ofiste dikkatle yaparım. |
The dog eats its food hungrily in the garden every day. | Köpek her gün bahçede yemeğini iştahla yer. |
Why don't you go? | Neden gitmiyorsun? |
They come here every day. | Onlar her gün buraya gelir. |
Who comes here every day? | Kim her gün buraya gelir? |
How often do you come here? | Buraya ne kadar sık gelirsiniz? |
What time does he go to work? | İşe saat kaçta gider? |
What does he do? | O ne yapar? |
How do you do it? | Onu nasıl yaparsınız? |
Where do you do it? | Onu nerede yaparsınız? |
I go to bed at 11 o'clock every night. | Her gece saat 11'de yatarım. |
I was born at 5 o'clock, on Monday, July the 8'th, 1949. | 1949 yılında, 8 Temmuz Pazartesi günü saat 5'te doğdum. |
I always do my work first. | Her zaman işimi önce yaparım. |
She usually finishes early. | Genellikle erken bitirir. |
They generally take the bus. | Genellikle otobüse binerler. |
We frequently ask questions. | Sık sık sorular sorarız. |
They often visit us. | Sık sık bizi ziyaret ederler. |
She regulary goes to school. | Okula düzenli olarak gider. |
We occasionally watch television. | Ara sıra televizyon izleriz. |
He sometimes goes fishing. | Bazan balığa gider. |
I rarely smoke a cigar. | Ender olarak puro içerim. |
She seldom speaks to him. | Onunla ender olarak konuşuruz. |
I scarcely have any money. | Hemen hiç param yok. |
We hardly go there. | Oraya hemen hiç gitmeyiz. |
They never eat fish. | Hiçbir zaman balık yemezler. |
They don't ever eat fish. | Hiçbir zaman balık yemezler. |
Do they ever eat fish? | Hiç balık yerler mi? |
I finally finished my work. | Nihayet işimi bitirdim. |
I finished my work finally. | Sonunda işimi bitirdim. |
I happily announced our engagement. | Nişanlandığımızı sevinçle duyurdum. |
I am sitting in the chair now. | Şimdi koltukta oturuyorum. |
I am reading a new book this week. | Bu hafta yeni bir kitap okuyorum. |
I am leaving İstanbul next week. | Gelecek hafta İstanbul'dan ayrılacağım. |
What are we eating? | Ne yiyoruz? |
Aren't we eating? | Yemiyor muyuz? |
I swam him aminute ago. | Onu bir dakika önce gördüm. |
I came home early last year. | Geçen yıl eve erken gelirdim. |
If I had money now, I would buy this car. | Şimdi param olsaydı, bu arabayı satın alırdım. |
Who came here? | Buraya kim geldi? |
Who saw you? | Seni kim gördü? |
I wanted some money. | Biraz para istedim. |
She studied English. | İngilizce çalıştı. |
I was hungry then. | O zaman açtım. |
Were you hungry? | Aç mıydın? |
There was an accident last night. | Dün gece bir kaza oldu. |
Was there any coffee? | Hiç kahve var mıydı? |
There weren't any students there. | Orada hiç öğrenci yoktu. |
Weren't there any books? | Hiç kitap yok muydu? |
She was sleeping at 10 p.m. last hight. | Dün gece saat onda uyuyordu. |
She was sleeping when I came. | Ben geldiğimde uyuyordu. |
I was studying while she was watching television. | O televizyon izlerken ben çalışıyordum. |
I was planning to go out tonight, but it has started to rain. | Bu gece dışarı çıkmayı planlıyordum, ama yağmur başladı. |
I have lived in İstanbul since 1975. | 1975'ten beri İstanbul'da yaşıyorum. |
He has studied English for 5 years. | Beş yıldır İngilizce öğreniyor. |
We haven't seen them until now. | Onları şimdiye kadar görmedik. |
The weather has been fine so far. | Şu ana kadar hava iyiydi. |
I have eaten there several times. | Orada birçok kez yemek yemişimdir. |
I have already read that book. | Bu kitabı zaten okumuştum. |
We haven't finished yet. | Henüz bitirmiş değiliz. |
Have you seen them lately? | Son zamanlarda onları gördün mü? |
I have never played hockey. | Hiç hokey oynamış değilim. |
Have your ever played hockey? | Hiç hokey oynadın mı? |
He has just left. | Az önce ayrıldı. |
I have worked very hard today. | Bugün çok çalıştım. |
You have slept the whole day today. | Bugün bütün gün uyudun. |
I have caught a cold. | Nezle olmuşum. |
I will se you after I have finished my work. | İşimi bitirdikten sonra seni göreceğim. |
I have been there before. | Orada daha önce bulunmuştum. |
Has he been to England? | İngiltere'de bulunmuş mu? |
Where have you been lately? | Son günlerde nerelerdeydin? |
There has been some trouble lately. | Son günlerde sorunlar çıkmakta. |
There haven't been many accidents on this highway. | Bu karayolunda pek fazla kaza olmamıştır. |
Someone has used my towel. | Birisi havlumu kullanmış. |
I would have told him, if I had seen him. | Onu görmüş olsaydım, söylerdim. |
I wish I had seen him. | Onu görmüş olmayı isterdim. |
I always brushed my teeth before I want to bed. | Yatmadan önce dişlerimi fırçalardım. |
When the teacher arrived, the students had begun to study. | Öğretmen geldiğinde öğrenciler çalışmaya başlamışlardı. |
I knew that I had seen him before. | Onu daha önce görmüş olduğumu biliyordum. |
She explained to me why she had left John. | John'u neden terketmiş olduğunu bana açıkladı. |
I started work after I had had a cup of coffee. | Bir fincan kahve içtikten sonra işe başladım. |
He had called me before he went to London. | Londra'ya gitmeden önce beni aramıştı. |
She had already left when we arrived. | Biz vardığımızda o gitmişti bile. |
I wanted to see her again, as soon as she had gone. | O gider gitmez yine onu görmek istedim. |
He came home late, because he had missed the bus. | Otobüsü kaçırmış olduğu için eve geç geldi. |
I wouldn't have asked you, if I had known the answer. | Eğer cevabı bilmiş olsaydım sana sormazdım. |
I wish I had gone there last year. | Oraya geçen yıl gitmiş olmayı isterdim. |
She looked as if she had seen a ghost. | Sanki hayalet görmüş gibiydi. |
He ate as though he hadn't eaten for days. | Sanki günlerden beri hiçbir şey yememiş gibi yedi. |
The little girl just won't talk to me. | Küçük kız bir türlü benimle konuşmuyor. |
Take it away, will you? | Lütfen şunu götürüver, olmaz mı? |
Come in, won't you? | İçeri girmez misiniz? |
If you want that car, you shall have it. | Eğer bu arabayı istiyorsan, onu alacaksın. |
I will finish it before next week. | Gelecek haftaya kalmadan onu bitireceğim. |
Shall I open the window? | Pencereyi açayım mı? |
Shall we have some tea? | Biraz çay içelim mi? |
My father has bought some paint; he is going to paint the walls. | Babam biraz boya aldı; duvarları boyayacak. |
It is going to rain; look at those clouds! | Yağmur yağacak; şu bulutlara bak! |
Are you going to kiss her? | Yoksa onu öpecek misin? |
I was going to play football yesterday afternoon. | Dün öğleden sonra futbol oyanayacaktım. |
Why didn't you? | Neden oynamadın? |
It started to rain. | Yağmur yağmaya başladı. |
I am leaving tomorrow. | Yarın hareket ediyorum.. |
I leave the hotel tomorrow and take the bus to Ankara. | Yarın otelden ayrılıp Ankara otobüsüne bineceğim. |
I am to start work next week. | Gelecek hafta işe başlamam gerekiyor. |
They are about to leave the building. | Binadan çıkmak üzereler. |
He has trained very hard; he is likely to win the race. | Çok iyi idman yaptı; yarışı kazanması beklenir. |
It is unlikely to rain. | Yağmur yağacağa pek benzemiyor. |
If you look for it carefully, you are certain to find it. | Eğer dikkatlice ararsan, onu bulacağın kesindir. |
I will be reading a book all evening. | Bütün akşam kitap okuyor olacağım. |
I will still be studying when you come back. | Sen döndüğünde ben hala çalışıyor olacağım. |
I will have seen him by tomorrow morning. | Yarın sabaha kadar onu görmüş olacağım. |
I will have been teaching at this school for 5 years at the end of this year. | Bu yılın sonunda bu okulda 5 yıldır ders vermiş olacağım. |
They will have been driving for 6 hours, when they get to Ankara. | Ankara'ya vardıklarında 6 saatten beri araba sürüyor olacaklar. |
Can I go? | Gidebilir miyim? |
I must go. | Gitmeliyim. |
You must come early. | Erken gelmelisin. |
I said he must be here before dinner. | Yemekten önce burada olmasını söylemiştim. |
I don't have to go. | Gitmek zorunda değilim. |
Do you have to go? | Gitmen gerekiyor mu? |
It has started to rain, so I'll stay at home and read a book. | Yağmur başladı, o halde evde oturup bir kitap okurum. |
He won't lend me any money. | Bana hiç borç para vermeyecek. |
Will he come with us tonight? | Bu gece bizimle gelecek mi? |
Will you open the window, please… | Lütfen pencereyi açar mısın? |
He said he would call me. | Beni arayacağını söyledi. |
I would go there now. | Şimdi oraya gidecektim. |
If it rained now, I would stay at home. | Eğer şimdi yağmur yağsaydı, evde otururdum. |
Would you help me, please. | Lütfen bana yardım eder misiniz? |
I would like some coffee please. | Biraz kahve rica edeyim. |
I would like to meet them. | Onlarla tanışmak isterim. |
Would you like to sit down? | Oturmak ister misiniz? |
I wouldn't like to go there. | Oraya gitmek istemezdim doğrusu. |
What would you like to drink? | Ne içmek isterdiniz? |
How would you like to go? | Nasıl gitmek istersiniz? |
I would rahter drink coffee. | Kahve içsem daha iyi olur. |
I would rather drink coffee than tea. | Çay yerine kahve içmeyi yeğlerim. |
I would rather play tennis than swim. | Yüzmektense tenis oynamayı yeğlerim. |
What would you rather drink? | Ne içmeyi yeğlersiniz? |
I'd sooner go there myself. | Oraya kendim gitmeyi yeğlerim. |
I'd sooner not see him. | Onu görmemeyi yeğlerim. |
Where can you go? | Nereye gidebilirsin? |
Can she go too? | O da gidebilir mi? |
Can it rain tonight? | Bu gece yağmur yağabilir mi? |
It can even snow tonight. | Bu gece kar bile yağabilir. |
What can happen? | Ne olabilir? |
Anything can happen? | Her şey olabilir. |
Can you tell me the time, please. | Bana saati söyleyebilir misiniz? |
I could run fast when I was young. | Gençken hızlı koşabilirdim. |
Could we go now? | Şimdi gidebilir miyiz? |
Could we go yesterday? | Dün gidebilir miydik? |
I could beat him now. | Onu şimdi yenebilirim. |
I could beat him then. | Onu o zaman yenebilirdim. |
Could you pass the bread, please? | Lütfen ekmeği uzatabilir misiniz? |
May I go out? | Dışarı çıkabilir miyim? |
He said he might come late. | Geç gelebileceğini söyledi. |
I thought you might like it. | Ondan hoşlanabileceğimi düşündüm. |
He told me he might be late. | Bana gecikebileceğini söyledi. |
Shall I call a taxi? | Bir taxi çağırayım mı? |
Shall we start now? | Artık başlayalım mı? |
Where shall we go? | Nereye gidelim? |
Let's go to a cinema. | Bir sinemaya gidelim. |
How shall we go? | Nasıl gidelim? |
Let's take a taxi. | Taksiye binelim. |
Shall I come with you? | Seninle geleyim mi? |
You should study harder. | Daha çok çalışmalısın. |
You shouldn't spend so much money. | Bu kadar para harcamamalısın. |
I told him he should study harder. | Ona daha çok çalışmasını söyledim. |
He said I should stay with him. | Onunla kalmam gerektiğini söyledi. |
This problem should be easy. | Bu problemin kolay olması gerekirdi. |
You shouldn't sleep so late. | Bu kadar geç saate kadar uyumamalısın. |
Their bus shouldn't arrive in Ankara yet. | Otobüsleri henüz Ankara'ya varmamış olmalı. |
Should they take a taxi? | Taksiye binsinler mi dersin? |
Should you go there now , you wouldn't see anthing. | Oraya şimdi gidecek olsaydın, hiçbir şey göremezdin. |
You ought to stop smoking. | Sigarayı bıraksan iyi edersin. |
You ought to drive carefully. | Dikkatli araba kullanmalısın. |
He said I'd better slow down. | Yavaşlamamın iyi olacağını söyledi. |
You'd better not be late. | Geç kalmasan iyi edersin. |
You needn't get up so early. | Bu kadar erken kalkmana gerek yok. |
They needn't wait for her; she has already left. | Onu beklemelerine gerek yok, çoktan gitti bile. |
You didn't need to go there. | Oraya gitmen gerekmezdi. |
We won't need to see them. | Onları görmemiz gerekmeyecek. |
She must have seen this film. | Bu filmi görmüş olmalı. |
He must not have finished yet. | Henüz bitirmemiş olmalı. |
The concert must have started by now. | Konser şimdiye dek başlamış olmalı. |
O could have gone there, but I didn't. | Oraya gidebilirdim, ama gitmedim. |
I could have bought it if my father had given me the money. | Eğer babam parayı vermiş olsaydı, onu satın alabilirdim. |
I couldn't have met them if I hadn't gone to the party. | Eğer partiye gitmemiş olsaydım onlarla tanışamazdım. |
Would you have loved him if he had been poor? | Eğer yoksul olsaydı, onu sever miydin? |
You ought to have spent your money more carefully. | Paranı daha dikkatli harcaman gerekirdi. |
He should have played better. | Daha iyi oynaması gerekirdi. |
It has been two hours since he left; he should have arrived there by now. | Ayrılalı iki saat oldu, şimdiye kadar oraya varmış olması gerekirdi. |
You may have seen her at the party last night. | Dün gece onu partide görmüş olabilirsin. |
You shouldn't have driven after drinking so much! You may have had an accident. | O kadar içtikten sonra araba kullanmamalıydın. Bir kaza yapabilirdin. |
If you had come earlier, you might have seen her. | Eğer sen gelmiş olsaydın, onu görmüş olabilirdin. |
You needn't have dressed up; it will be an informal party. | Böyle şık giyinmene gerek yoktu, samimi bir parti olacak. |
She needn't have gone there; she could have called them. | Oraya gitmesine gerek yoktu, telefon da edebilirdi. |
What are you doing? | Ne yapıyorsun? |
I can't understand how they do it. | Onu nasıl yaptıklarını anlayamıyorum. |
Her mother knows where she goes. | Annesi onun nereye gittiğini biliyor. |
I can't remember how many times I've seen her. | Onu kaç kez gördüğümü hatırlamıyorum. |
Do you know how fast this car is? | Bu otomobilin ne kadar hızlı olduğunu biliyor musun? |
I can't hear what you are saying. | Ne dediğini işitemiyorum. |
Does anyone know whose book this is? | Bunun kimin kitabı olduğunu kimse biliyor mu? |
Please tell me which student you like best. | Lütfen bana hangi öğrenciyi en çok beğendiğini söyle. |
I know when they will come. | Ne zaman geleceklerini biliyorum. |
I didn't know. | Bilmiyordum. |
Was I right? | Haklı mıydım? |
I wonder. | Merak ediyorum. |
Is she happy? | Mutlu mudur? |
That she had killed the king was true. | Kralı öldürmüş olduğu doğruydu. |
That we came early didn't surprise them. | Erken gelmemiz onları şaşırtmadı. |
I told her a joke. | Ona bir fıkra anlattım. |
Let's take a walk. | Yürüyüş yapalım. |
Oh! My leg hurts! | Of! bacağım acıyor! |
Oh, God! How could you do it! | Tanrım! Bunu nasıl yapabildin! |
He cried in surprise and asked how I could do it. | Hayretler içinde bağırıp bunu nasıl yapabildiğimi sordu. |
The man comes here every day. | Adam hergün buraya gelir. |
The house is near the sea. | Ev denizin yakınındadır. |
The house that we bought is near the sea. | Satın aldığımız ev denizin yakınındadır. |
My father who owns this house lives here. | Bu evin sahibi olan babam burada oturur. |
The girl dances very well. | Kız çok güzel dans eder. |
She danced with me yesterday. | Dün benimle dans etti. |
The car that had cost us a lot of money broke down. | Bize çok paraya mal olan araba bozuldu. |
We called the doctor. | Doktoru çağırdık. |
He had examined me before. | Beni daha önce de muayene etmişti. |
I rode the bicycle that/which belongs to my brother. | Kardeşime ait olan bisiklete bindim. |
The child began to cry. | Çocuk ağlamaya başladı. |
He bad a fall. | Fena düşmüştü. |
You may take any book that you like. | İstediğin kitabı alabilirsin. |
He is the best driver that I've seen. | Gördüğüm en iyi sürücüdür. |
The man is very strong. | Adam çok güçlüdür. |
I know him well. | Onu iyi tanırım. |
The child whose mother is seriously ill is crying. | Annesi ağır hasta olan çocuk ağlıyor. |
I know the place. | Orayı biliyorum. |
They sell second-hand cars at that place. | Orada elden düşme arabalar satarlar. |
I know the place where they sell second-hand cars. | Elden düşme arabalar sattıkları o yeri biliyorum. |
I was at home when they called. | Beni aradıklarında evdeydim. |
I was sleeping when they called. | Telefon ettikleri zaman uyuyordum. |
I watched them while they were playing football. | Onları futbol oynarken seyrettim. |
If often played football during the time I was at school. | Okula gittiğim sıralarda sık sık futbol oynardım. |
Wait for me. | Beni bekle. |
I'll be back by 5 o'clock. | Beşe kadar dönerim. |
Don't worry, we'll get to the station by the time the train leaves. | Merak etme, tren kalkana kadar istasyona varırız. |
I waited until 5 o'clock. | Saat beşe kadar bekledim. |
He couldn't sleep until dawn. | Gün doğana kadar uyuyamadı. |
They called us after they had arrived home. | Eve geldikten sonra bizi telefonla aradılar. |
I had written him a letter before he called me on the phone. | Beni telefonla aramadan öne ona bir mektup yazmıştım. |
The students rushed out of the classroom as soon as the bell rang. | Zil çalar çalmaz öğrenciler sınıftan dışarıya fırladılar. |
Hardly had the game begun, it started to rain. | Tam oyun başlamıştı ki, yağmur yağmaya başladı. |
The doctor said I could walk again as long as I didn't tire myself. | Doktor kendimi yormadığım sürece yine yürüyebileceğimi söyledi. |
You can stay in this room so long as you don't disturb me. | Beni rahatsız etmediğin sürece bu odada kalabilirsin. |
I haven't slept well since I saw the acident. | Kazayı gördüğümden beri uyumadım. |
I recognized her the minute I saw her face. | Yüzünü gördüğüm an onu tanıdım. |
The game had sooner started than it began to rain. | Oyun daha henüz başlamıştı ki, yağmur yağmaya başladı. |
Now that the schools have closed, you can do whatever you want. | Artık okullar kapandığına göre istediğini yapabilirsin. |
I will go there. | Oraya gideceğim. |
I will go wherever I want. | Nereye istersem gideceğim. |
We often eat where they eat. | Çoğu zaman onların yediği yerde yeriz. |
I'll find you wherever you go. | Nereye gidersen git seni bulacağım. |
You can play wherever you want. | Nerede isterseniz oynayabilirsiniz. |
We have to take our books with us no matter where we go. | Her nereye gidersek gidelim kitaplarımızı yanımıza almak zorundayız. |
The police will catch the robbers no matter where they hide. | Nereye gizlenirse gizlensinler, polis soyguncuları yakalayacaktır. |
You'll meet a lot of friendly people everywhere you visit. | Ziyaret ettiğin her yerde dost canlısı insanlarla tanışacaksın. |
You can sit anywhere you like. | Nereye istersen oturabilirsin. |
I did my work as he had taught me. | İşimi bana öğrettiği gibi yaptım. |
He lost the race as everyone had thought he would. | Herkesin tahmin ettiği gibi yarışı kaybetti. |
They danced as thought they had never danced before. | Sanki daha önce hiç dansetmemişler gibi dansettiler. |
We wanted to sing like they did, but we couldn't. | Onlar gibi şarkı söylemek istedik, ama beceremedik. |
Why don't you find a job like, all your friends have? | Neden sen de bütün arkadaşların gibi bir iş bulmuyorsun? |
I've painted the wals the way my father showed me. | Duvarları babamın gösterdiği gibi boyadım. |
We took a taxi in fear that we would be late. | Geç kalırız korkusuyla bir taksiye bindik. |
I called her several times in the hope that she would forgive me. | Beni bağışlar ümidiyle onu birkaç kez aradım. |
We decided to stay, because we felt very tired. | Çok yorgun olduğumuz için kalmaya karar verdik. |
Since he has just recovered from his ilness, he can't play football yet. | Hastalığından daha yeni iyileştiği için henüz futbol oynayamaz. |
As I couldn't reach her on the phone, I had to go to her house. | Ona telefonda erişemediğim için evine gitmek zorunda kaldım. |
Seeing that he was hurt, we tried to help him. | Yaralı olduğu için ona yardım etmeye çalıştık. |
So long as you are going there, could you pass them a word? | Madem oraya gidiyorsun, benim için onlara bir haber iletir misin? |
Feeling sorry for the old man, I gave him all the change in my pocket. | Yaşlı adama acıdığım için ona cebimdeki bütün bozuk parayı verdim. |
He went home to change his clothes. | Eve elbisesini değiştirmek için gitti. |
He called me to help him with his work. | Beni, işine yardım edeyim diye çağırdı. |
I tired to look pleased so as not to hurt her feelings. | Duygularını incitmemek için hoşnutmuş gibi görünmeye çalıştım. |
He is saving money in order to buy a car. | Bir araba satın almak için para biriktiriyor. |
She moved into this town so as to see her mother more often. | Annesini daha sık görmek için bu kente taşındı. |
They waited for the manager, in order to get their pay. | Ücretlerini alabilmek için yöneticiyi beklediler. |
I took a taxi in order to be there on time. | Orada zamanında olabilmek için taksiye bindim. |
I always get up early so that I will have time for a good breakfast. | İyi bir kahvaltıya zamanım olsun diye her zaman erken kalkarım. |
We've studied hard so that we will get good grades. | İyi notlar alalım diye iyi çalıştık. |
We left the party early, so that we could catch the last train. | Son trene yetişebilelim diye partiden erken ayrıldık. |
I've looked at the telephone number again and again, in case I should forget it. | Unutmayayım diye telefon numarasına tekrar tekrar baktım. |
The teacher explained the whole subject again, in case the students didn't understand. | Anlamamış olabilirler diye öğretmen bütün konuyu bir daha açıkladı. |
I wrote the address down lest I forget it. | Unuturum korkusuyla adresi bir yere yazdım. |
There was so much fog that, we had to stop the car. | Öyle çok sis vardı ki, arabayı durdurmak zorunda kaldık. |
The little boy fet so tired that he fell asleep right away. | Küçük çocuk o kadar yorgundu ki, hemen uyuyakaldı. |
The weather got so cold that we had to change our plans and stayed at home. | Hava o kadar soğudu ki, planımızı değiştirip evde kaldık. |
I couldn't find a taxi, so I walked home. | Taksi bulamadım, bu yüzden eve yürüdüm. |
We don't have much time, so let's get to the point quickly. | Fazla zamanımız yok, bu yüzden çabucak konuya girelim. |
We could win this game if had better players. | Daha iyi oyuncularımız olsa, bu maçı kazanırdık. |
We wouldn't go to their party, even if they invited us. | Bizi davet etseler bile onların partisine gitmezdik. |
You can't go out, unless you tidy your room. | Odanı düzeltmezsen dışarı çıkamazsın. |
It will be nice to go for a picnic, unless the weather changes. | Eğer hava değişmezse, pikniğe gitmek güzel olacak. |
You'll never be able to learn anything, unless you pay attention. | Eğer dikkat etmezsen hiçbir şey öğrenemeyeceksin. |
In the event that you make a mistake, you will have to write it again. | Bir hata yaptığın takdirde, onu baştan yazmak zorunda kalacaksın. |
The children kept on playing, although it got dark. | Havanın kararmasına rağmen çocuklar oynamaya devam ettiler. |
He was determined to go into the room, even if he had to break the door. | Kapıyı kırmak pahasına bile olsa odaya girmeye kararlıydı. |
He kept on smoking in spite of the fact that is doctor warned him not to. | Doktorun içmemesi için uyarmasına rağmen sigara içmeye devam etti. |
We went out despite the rain. | Yağmura rağmen dışarı çıktık. |
He carried on talking, regardless of the pain he felt. | Duyduğu acıya aldırmaksızın konuşmaya devam etti. |
She couldn't please her husband, whatever she did. | Ne yaptıysa kocasını memnun edemedi. |
I seem to make a mistake, however carefully I write. | Nasıl dikkatli yazarsam yazayım, hep bir hata yapıyorum. |
However well you swim, you will never be safe in this sea. | Ne denli iyi yüzersen yüz, bu denizde hiçbr zaman emniyette değilsin. |
Tall as he is, he is still not a good basketball player. | Uzun boylu olmasına rağmen yine de iyi bir basketbol oyuncusu değil. |
Interesting as it was, I still couldn't finish that book. | İlginç olmasına rağmen yine de o kitabı bitiremedim. |
As much as I wanted to speak to her, I couldn't get near her. | Onunla o kadar konuşmak istememe rağmen yanına yaklaşamadım. |
As many friends as he had, he couldn't find any when he was is need. | Onca arkadaşı olmasına rağmen muhtaç olduğunda hiçbirini bulamıyordu. |
I am stronger than he is. | Ben ondan daha güçlüyümdür. |
We are earlier today, than we were yesterday. | Bugün daha erken geldik. |
My friends can speak English better than I. | Arkadaşlarım İngilizce'yi benden iyi konuşabiliyorlar. |
Why can't you do it? | Neden onu yapmıyorsun? |
You are as intelligent as they. | Sen de onlar kadar kadar zekisin. |
The girl I met last night was as beautiful as a movie star. | Dün tanıştığım kız bir sinema yıldızı kadar güzeldi. |
I am not as enthusiastic about this as you are. | Bu konuda senin kadar hevesli değilim. |
I'm not as hungry now, as I was an hour ago. | Şimdi bir saat öncesi kadar aç değilim. |
You don't have to go to bed as early as the children do. | Çocuklar kadar erken yatmak zorunda değilsin. |
No one can work so hard and carefully as that boy does. | Kimse o çocuk kadar sıkı ve dikkatli çalışamaz. |
The longer you live, the more you learn. | Yaşadıkça daha çok öğrenirsin. |
The thinner you get, the more attention you will get from boys. | Zayıfladıkça erkeklerden daha çok ilgi göreceksin. |
If you can't do it alone, I can help you. | Eğer onu tek başına yapamıyorsan, sana yardım edebilirim. |
If you are looking for my brother, you'd better come with me. | Eğer kardeşimi arıyorsan, benimle gelmen iyi olur. |
If you have seen this film, we'll go to another cinema. | Eğer bu filmi görmüşsen, başka bir sinemaya gideriz. |
If you boil water, it evaporates. | Suyu kaynatırsan, buharlaşır. |
We wear a suit, if we go to a formal party. | Resmi bir ziyarete gidersek takım elbise giyeriz. |
You don't need a heavy coat, if you go to a summer resort. | Yazlık bir yere gidersen, kalın bir paltoya gereğin yoktur. |
If you need any help, call me at once. | Eğer yardıma ihtiyacın olursa, hemen beni ara. |
If you can't swim well, don't swim here. | Eğer iyi yüzemiyorsan, burada yüzme. |
If you are cold, shut the window. | Eğer üşüyorsan, pencereyi kapat. |
If you will open the window, we'll have some fresh air. | Pencereyi açarsan, biraz temiz hava alırız. |
If I hear from him, I will let you know. | Eğer ondan haber alırsam, sana bildiririm. |
If I had any money now, I would lend some to you. | Eğer şimdi param olsaydı, sana biraz ödünç verirdim. |
If I were you, I might accept the offer. | Senin yerinde olsaydım, teklifi kabul edebilirdim. |
If they suddenly came in now, what would you do? | Şimdi ansızın içeri girselerdi, ne yapardın? |
You might get hurt, if you fell down. | Düşecek olursan yaralanabilirsin. |
If I had any time, I would be going to the sea with them. | Eğer zamanım olsaydı, onlarla beraber denize giderdim. |
I always helped them if they called me. | Beni ne zaman aradılarsa onlara yardım ettim. |
If you had left that letter on the table, everyone would have read it. | Eğer o mektubu masanın üstünde bırakmış olsaydın, herkes okurdu. |
If you had studied hard all year, you would do well at the exam now. | Eğer bütün yıl sıkı çalışmış olsaydın, şimdi sınavda başarırdın. |
Had I seen the fie, I would have reported. | Yangını görmüş olsaydım, bildirirdim. |
If I had been there, I would have been killed too. | Eğer orada olsaydım, ben de öldürülmüş olacaktım. |
I wish I had taken computer programming at school. | Keşke okuldayken bilgisayar programlama dersleri görseydim. |
She wished she hadn't married him. | Onunla evlenmemiş olmayı isterdi. |
My money was stolen. | Param çalındı. |
What was stolen? | Ne çalındı? |
Where was your money stolen? | Paranız nerede çalındı? |
When was your money stolen? | Paranız ne zaman çalındı? |
She invited us. | O bizi davet etti. |
We were invted by her. | Biz onun tarafndan davet edildik. |
He threw away the key. | Anahtarı uzağa attı. |
The key was thrown away. | Anahtar uzağa atıldı. |
I can't forget being kept waiting by him for hours. | Onun tarafından saatlerce bekletilimi untamıyorum |
He wrote a letter to him. | Ona bir mektup yazdı. |
Why don't you allows us to help you? | Neden sana yardım etmemize izin vermiyorsun? |
The old man didn't allow his bag to carried. | Yaşlı adam torbasının taşınmasına izin vermedi. |
She had us waiting at the gate. | Onu kapıda bekliyorduk. |
The teacher kept the students doing the exercises. | Öğretmen öğrencilere alıştırmaları yaptırıyordu. |
Who can get this engine working again? | Kim bu motoru yeniden çalıştırabilir? |
How surprised she was! | Nasıl da şaşırmıştı! |
Do you know how expensive that book is? | Bu kitabın ne kadar pahalı olduğunu biliyor musun? |
I had forgetten how delicious your mother's meals were. | Annenin yemeklerinin ne kadar lezzetli olduğunu unutmuşum. |
It is hard to learn a foreign language. | Bir yabancı dil öğrenmek zordur. |
Swimming is fun. | Yüzmek eğlencelidir. |
Are you fond of swimming? | Yüzmekten hoşlanır mısınız? |
He has thinking of resigning. | İstifa etmeyi düşünüyordu. |
I am looking forward to seeing you. | Sizi görmek için sabırsızlanıyorum. |
I am used to getting up early. | Erken kalkmaya alışkınım. |
I am accusromed to reading at night. | Geceleri okumaya alışkınım. |
We are happy about traveling with you. | Sizinle yolculuk yapmaktan mutluluk duyuyoruz. |
She was proud of winning the contest. | Yarışmayı kazanmaktan övünçlüydü. |
She denied having stolen the documents. | Belgeleri çaldığını inkar etti. |
Was that piece of land worth buying? | O arazi satın almaya değer miydi? |
I tired learning a new language. | Yeni bir lisan öğrenmeyi denedim. |
I tired to learn a new language. | Yeni bir lisan öğrenmeye çalıştım. |
I remembered to close the door. | Kapıyı kapatmayı unutmadım. |
I will do my best to win the race. | Yarışı kazanmak için elimden geleni yapacağım. |
She will do what she can to go there. | Oraya gitmek için elinden geleni yapacak. |
He made up his mind to stay. | Kalmaya karar verdi. |
The doctor advised him to stop smoking. | Doktor sigarayı bırakmasını tavsiye etti. |
They know her to be a liar. | Onun bir yalancı olduğunu biliyorlar. |
She bought a magazine to read on the train. | Trende okumak için bir dergi aldı. |
He is rich enough to buy that land. | O araziyi alacak kadar zengin. |
I have enough time to visit the museums. | Müzeleri ziyaret edecek kadar zamanım var. |
It is good of you to come. | Gelmekle iyi ettiniz. |
It was kind of you to help her. | Ona yardım etmekle nezaket gösterdin. |
It was good for her to win the race. | Yarışı kazanması iyi oldu. |
You are always welcome to use my dictionary. | Her zaman sözlüğümü kullanabilirsin. |
I know where to go. | Nereye gidileceğini biliyorum. |
I can't decide which to buy. | Hangisini alacağıma karar veremiyorum. |
To smoke in this room is forbidden. | Bu odada sigara içmek yasaktır. |
This place is supposed to have been a palace. | Söylendiğine göre burası eskiden bir saraymış. |
This chair needs (wants) mending. | Bu koltuk tamir gerektiriyor. |
She agreed to come with us. | Bizimle gelmeye razı oldu. |
She agreed to our going without her. | Onsuz gitmenize razı oldu. |
She tired to open the window but she couldn't. | Pencereyi açmaya çalıştı, ama açamadı. |
Try opening the other window. | Öbür pencereyi açmayı denesene. |
She allowed her daughter to go swimming. | Yüzmeye gitmesi için kızına izin verdi. |
They don't allow smoking here. | Burada sigara içmeye izin vermiyorlar. |
I'm sorry, I forgot to call you. | Bağışla, seni aramayı unuttum. |
I came home to have lunch. | Eve yemek yemeğe geldim. |
She went to the office to get her papers. | Kağıtlarını almak için ofise gitti. |
I went swimming. | Yüzmeye gittim |