Camdan gecenin karanlığına lapa lapa düşen karı seyrediyordu. Avuç içi kadar kar taneleri, sanki duyulmaz bir melodinin büyüsüne kapılmış gibi dans ediyorlardı havada.
Küçücük elleriyle, nefesinden iyice buğulanmış camı sildi. Elleri üşümüştü. Islak avuşlarını geceliğinin eteklerine silip, derin bir iç çekişiyle titredi. Kar... Ne kadar da güzel yağıyordu. İçinde küçük bir kar tanesi olmak için dayanılmaz bir istek duydu. Evet... Evet... Nasıl bir duyguydu acaba kar tanesi olmak?
Şebnem, kaç dakikadır camın önündeydi, kaç saattir, farkında değildi ama minicik burnunun giderek üşüdüğünü, üşüyüp kızardığını hissediyordu. Sonra yanakları, alnı... Derken elleri ve ayakları da donmaya başladı.
“Ayyy... Ne kadar da soğuk... ” demesine kalmadı, birden güzel bir melodiyle havada uçar gibi dans ettiğini fark etti. Odası, yatağı giderek küçülüyordu aşağıda... Sonra evi, bahçesi... Okul yolu, şehir meydanı... Bir yandan dans ederken bir yandan da giderek uzaklaşıyordu kentten... Öylesine mutluydu ki, öylesine zevkle dans ediyordu ki, bir an olsun korkmadı bile.. Kendisini kar dansının büyülü melodilerine kaptırmıştı artık...
- “Şaşılacak şey,” diye düşündü. “Artık hiç üşümüyorum... Üstelik kar fırtınasının tam göbeğinde delicesine dans ettiğim halde yorulmuyorum da... ” Sonra birden ormanlık dağ yolunda bir karaltı ilişti gözüne... “Acaba kaya mıdır, yoksa bir ayı mı? ” derken, karaltının kıpırdadığını gördü.“Bu bir çocuk,” diye haykırdı... “Karların arasında bir çocuk yatıyor...”Birkaç dönüş yapıp, soğuktan morarmış yanağına kondu. Çocuk zorlukla gözlerini açıp, çevresine baktı. Kollarının arasında bir başka kıpırtı ilişti Şebnem’in gözüne... Arkadan bir de ses işitti. “Meeee...” “Bir kuzu... Bir kuzu bu! ” diye şaşkınlıkla haykırdı Şebnem... Şimdi anlıyordu... Küçük çoban donmasın diye sevgiyle ısıtıyordu kuzucuğunu... Peki ya kendisi ne kadar dayanabilirdi bu tipiye?
Şebnem küçük çobanın yanağından öptü. Kalbindeki tüm sevgiyi, yaşama sevincini ona aşılamaya çalışıyordu. Kimbilir belki de başarmış olacak ki, küçük çoban son bir gayretle ayağa kalktı. Kuzucuğunu kalın kepeneğinin göğsünde sakladı... Bir adım ... Bir adım daha derken, birkaç metre daha sürüklendi... Aaaa... O da ne? İleride bir ışık mı vardı? Yoksa kar körlüğü mü olmuştu da gözü yanıyordu? Peki ya seslere ne demeli? Evet evet... Muhtar amca sesleniyordu işte... “Ali... Ali...” son bir gayretle onlara doğru atıldı. Kurtulmuştu.
Ertesi sabah herkes Ali’nin tipiden nasıl kurtulduğunu.... Üstelik bir de yavru kuzuyu sağ salim köye getirdiğini anlatıyordu birbirine. Ali’ye gelince... O da anacığına anlatıyordu kendince öyküsünü:
- “İnan anam,” diyordu. “Beni bir kar tanesi kurtardı. Eğer yanağımda onun sıcaklığını duymasaydım, yüreğimde sevgisini hissetmeseydim o çukurdan çıkamazdım.”
Anası ise “Düş görmüşsün sen oğul,” diyordu...“Ama iyi ki görmüşsün...” Düş müydü dersiniz? Sevginin gücüyle zorları başarmak düş olur mu hiç?