Vaktiyle,ormanda yaşayan bir arslan kral,çok yaşlandığı için,tahtını genç ve üstün yetenekli bir arslana bırakmış. Genç arslan,eski kralı aratmamak ve kendini ormanda yaşayan tüm hayvanlara sevdirmek amacıyla,yeteneklerini ortaya koymaya karar vermiş. Çok geçmeden bütün orman,onun olağanüstü istekleri yerine getirebilmek gibi bir yeteneğe sahip olduğunu öğrenmiş. Ancak her hayvan için,bunu yalnızca bir defaya mahsus olmak üzere yapabildiğinden,bütün hayvanlar,kraldan,kendileri için en önemli olan şeyi istiyorlarmış. O da bu isteklerini yerine getiriyor,böylece onların gönlünü kazanıyormuş. Bir gün,huzuruna bir yavru kuş getirmişler. Kuşun tek isteği,büyük kanatlara sahip olmakmış. Kral onun nedenini sorduğunda,”Kanatlarım çok küçük olduğu için çabuk yoruluyorum ve sık sık bir dala konmak zorunda kalıyorum. Oysa büyük kanatlara sahip olursam,ben de büyük kuşlar gibi uzun mesafeler uçabilirim ve diğer kuşların hayranlığını kazanırım.”demiş. Kral,çok hoşuna giden bu isteği hemen yerine getirerek,yavru kuşa bir çift büyük kanat hediye etmiş. Aradan günler geçmiş, bir gün ormanda dolaşırken bir de bakmış ki yavru kuş kanatlarını sürüyerek toprağın üzerinde dolaşıyor.”İşte istediğin kanatlara sahip oldun,neden uçmuyorsun?”diye sormuş. Kuş ise “Ben galiba bir hata yaptım. Bu kanatlar bana çok büyük geldiği için,küçük bedenim onları taşımıyor. Uçayım derken hep yere düşüyorum. Oysa acele etmeyip kendi kanatlarımın gelişmesini bekleseydim,şimdi havada eskisinden daha iyi uçuyor olacaktım.”demiş. Arslan kral,kuşu bu halde gördüğü için büyük bir üzüntü duymakla birlikte, “Üzülme,nasıl olsa eski kanatların bende duruyor. İstersen onları sana geri verebilirim.”diyerek onu teselli etmeye çalışmış. Ancak kuş,eski kanatları küçük kaldığı için artık onlarla da uçmasının mümkün olmadığını söyleyince,kral yaptığı hatayı anlayıp ondan özür dilemiş. Küçük kuşun,o kocaman kanatları taşıyabilecek kadar büyümeyi beklemekten başka çaresi kalmamış. Yeterince büyüdüğünde ise,uzun süre kanat çırpmadığı için kasları güçsüz kaldığından,hemen uçamadığını fark etmiş. Kaslarını geliştirmek ve yeniden uçabilmek için çok çalışması gerekmiş.
Kaynak:Yeşim TÜRKÖZ, BÜYÜ DÜKKANI
+ Yorum Ekle
Masal & Öykü :: KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ
Grimm Kardeşler
Bir zamanlar küçük bir kız varmış. Annesi ona üzerinde kırmızı başlığı olan bir pelerin
almış. Kız bu pelerini çok seviyormuş ve nereye gitse onu giyiyormuş. Bu nedenle de herkes
ona Kırmızı Başlıklı Kız diyormuş.
Bir gün “Kırmızı Başlıklı Kız!” diye seslenmiş kızın annesi. “Büyükannen hâlâ hasta.
Hadi giyin de, ona yaptığım şu çöreği götür.”
Kırmızı Başlıklı Kız da elbisesini giymiş, üzerine kırmızı başlıklı pelerinini geçirmiş,
başlığı çenesinin altında sıkıca bağlamış ve yola çıkmış.
“Tavşan Ormanı’ndaki yoldan ayrılma sakın!” diye seslenmiş annesi arkasından.
(Ormanın adı Tavşan Ormanıymış, ama içinde uzun zamandır bir tek tavşan bile yokmuş -
neden olmadığını birazdan öğreneceksiniz.)
“Ayrılmam anne,” demiş Kırmızı Başlıklı Kız.
Tam ormana girmiş, birkaç adım atmış ki, çalılıkların arasından bir ses duymuş. Yola
birden bir kurt fırlamış. Kırmızı Başlıklı Kız korkusundan az kalsın elindeki sepeti
düşürüyormuş. Fakat kurt hiç de öyle düşmanca görünmüyormuş. “Nereye böyle küçük kız?”
diye sormuş kurt.
“Büyükanneme gidiyorum,” demiş Kırmızı Başlıklı Kız. “Tavşan Ormanı’nın sonunda ki
ilk ev. Büyükannemin sağlığı pek iyi değil. Bu arada adım ‘küçük kız’ değil, ‘Kırmızı Başlıklı
Kız.’ ”
“Özür dilerim,” demiş kurt. “Bilmiyordum. Bak sana ne diyeceğim. Ben bir koşu gidip
Büyükannene senin yolda olduğunu haber vereyim. Yalnız sakın yolda oyalanayım falan
deme, olur mu? Başına bir şey gelmesini istemeyiz, öyle değil mi?”
Kurt oradan hemen sıvışmış! Çünkü yakınlarda bir oduncu dolaşıyormuş. Eğer kızı
hemen orada yerse, oduncunun kızın yardımına koşacağını biliyormuş.
Kırmızı Başlıklı Kız, çiçek toplayarak, kelebeklerin peşinden koşarak, kuş seslerini
dinleyerek yolda ağır ağır ilerlerken kurt kestirmeden Büyükannenin evine varmış, kapıyı
çalmış.
“Kim o?” diye seslenmiş içeriden yaşlı kadın.
Kurt sesini değiştirerek, “Benim, Kırmızı Başlıklı Kız,” demiş. “Çayın yanında yemen
için sana çörek getirdim.”
“Kapı açık güzelim,” diye seslenmiş Büyükanne. Kurt hemen içeri dalmış. Öyle açmış ki!
Günlerdir hiçbir şey yememiş. Bu yüzden Büyükanneyi çiğnemeden bir lokmada yutuvermiş.
Biraz sonra Kırmızı Başlıklı Kız Büyükannenin kapısını çalmış.
“Kim o?” diye seslenmiş kurt yumuşak bir sesle.
“Benim, Kırmızı Başlıklı Kız.”
“Kapı açık güzelim,” diye seslenmiş kurt. “İçeri girebilirsin.”
Kırmızı Başlıklı Kız bir an için tereddüt etmiş. ‘Büyükannemin sesi ne kadar da garip
böyle?’ diye düşünmüş. Sonra büyükannesinin hasta olduğu gelmiş aklına ve kapının
mandalını kaldırıp açarak içeri girmiş.
Kurt, Büyükannenin geceliğini giymiş, onun başlığını ve gözlüğünü takmış yatakta
yatıyormuş. Yorganı boğazına kadar çekmiş, içerisi karanlık olsun ve suratı fark edilmesin
diye de perdeleri iyice kapamış.
“Elindekileri oraya bırak da yanıma gel canım,” demiş kurt.
Kırmızı Başlıklı Kız çöreği yatağın yanında ki küçük masanın üzerine koymuş, ama
hemen kurdun yanına gitmemiş. Çünkü Büyükannesi bir tuhaf görünüyormuş.
“Kolların neden bu kadar büyük Büyükanne?”
“Seni daha iyi kucaklamak için!” demiş kurt.
“Kulakların neden büyük, peki?”
“Seni daha iyi duyabilmek için!” demiş kurt.
“Gözlerin neden kocaman, peki?”
“Seni daha iyi görebilmek için,” demiş kurt.
“Dişlerin neden sivri peki?”
“Seni daha iyi yiyebilmek için,” demiş kurt.
Bunu söyledikten sonra kurt artık daha fazla kendine engel olamamış ve yorganı bir
tarafa atarak yataktan fırladığı gibi Kırmızı Başlıklı Kızı bir lokmada yutuvermiş. Sonra da
karnı doyduğu için keyfi yerine gelmiş ve uykuya dalmış.
Ama ne var ki kurt çok kötü horluyormuş. Evin önünden geçen bir avcı onun
horultularını duymuş. Büyükanneye kötü bir şey mi oldu acaba, diyerek kulübeden içeri
girmiş. İçeri girer girmez de orada neler olduğunu hemen anlamış.
“Aylardır senin peşindeyim pis yaratık,” diye bağırmış avcı ve kurdun kafasına elindeki
baltanın sapıyla vurmuş. Sonra da önce Kırmızı Başlıklı Kızı, sonra da Büyükanneyi dikkatle
kurdun içinden çıkarmış. İkisi de sapasağlammış.
Büyükanne, Kırmızı Başlıklı Kızın ona getirdiği çöreği afiyetle yemiş. Kırmızı Başlıklı
Kız büyükannesine bir daha hiçbir kurdun sözüne kanmayacağına dair söz vermiş. Eve
dönerken tavşanların saklandıkları yerlerden çıktıklarını görmüş. Tavşan Ormanı yine eskisi
gibi tavşanlarla dolu bir orman haline gelmiş.
+ Yorum Ekle
Masal & Öykü :: KURU GURULTU
Aslan kırda bayırda dolaşırken ardından bir ses duymuş. İrkilmiş:
?Acep ne ola ki? demiş. Kim bilir, belki de yaman bir hayvandır. Sesine baksana, ne gürültü! Benden baskın çıkar da şuracıkta paralayıverir beni! Neme gerek, sineyim,bek1eyeyim. Canımı kurtarırım hiç olmazsa.
Beklemiş. Bir de ne görsün? Bir kurbağa değil miymiş?.
?Hay kerata hay! demiş. Boyuna bakmazsın, posuna bakmazsın dünya kadar gürültü edersin. Duyan da seni bir şey sanıp korkar, ürker. Öl bakayım.
Ayağını bastığı gibi kurbağayı pırtlatmış, öldürmüş.
Kuru gürültüye bazan pabuç bırakanlar olabilir. Fakat şaşkınlık anından sonra, gerçek güçlü ortaya çıkar.
+ Yorum Ekle
Masal & Öykü :: KUYUYA DÜŞEN TİLKİ
Tilki, günün birinde, bir kuyuya tepe üstü düştü. Uğraştı, didindi, hopladı, zıpladı, fakat bir türlü kuyudan dışarı çıkamadı. Çaresizlik içinde, derin derin düşünmeye, kendi kendine konuşmaya başladı.
Tam bu sırada, oradan geçmekte olan bir keçi, kuyudan gelen bir takım sesler duydu. Kuyunun başına geldi. Eğildi. Kuyunun içindeki tilkiyi gördü.
Hayretle sordu:
-Orada ne yapıyorsun, tilki kardeş?
Tilki, yukarıda keçiyi görünce, heyecanla yanıt verdi:
- Hiç duymadın mı? Büyük bir kuraklık başlayacakmış. Ben de, kuyuya gireyim de, doya doya su içeyim dedim. İstersen sen de gel, benim gibi doya doya su iç. Üstelik su o kadar tatlı ki.
Diyerek tilki bir ballandırdı suyu, bir ballandırdı, o kadar olur.
Keçi, tilkinin söylediklerine inandı. Doya doya su içebilmek için, kuyunun içine atladı.
Keçi, kuyunun dibine değer değmez, kurnaz tilki, Keçinin sırtına sıçradı, boynuzlarına bastı, kuyudan dışarı çıktı.
Neye uğradığını anlayamayan keçiye, tilki yukardan seslendi:
- Sana iyi günler dilerim, sevgili keçi kardeş. Sakın bir daha, herkesin sözüne hemen inanma. Nasıl çıkacağını kurmadan bir daha kuyuya sakın atlama.
Diyerek keçiyi kuyuda bırakıp oradan uzaklaştı.
Sonunda ne olacağını hesap etmeden, olmayacak şeylere inanıp kötü durumlara düşmemeye dikkat edelim.
+ Yorum Ekle
Masal & Öykü :: KÜÇÜK MASAL
Ormanda çalılıkların gölgesinde bir küçük ayı oturmuş can sıkıntısı ile etrafı seyrediyormuş.
- Ben küçük bir ayıyım tek başıma ne yapabilirim? Diye düşünüyormuş.
Bir müddet sonra ikinci bir ayıcık gelmiş, beraberce sıkılmaya başlamışlar, sonra bir üçüncüsü gelmiş
- Bir küçük ayı, iki küçük ayı ne yapıyorsunuz burada? Diye sormuş
- Canımız sıkılıyor demiş birinci küçük ayı,
- İkinci küçük ayıcık bir şeyler yapmak istiyoruz bu sıkıntıdan kurtulmak için demiş
- Üçüncü küçük ayıcık durun bakalım biraz düşünelim ne yapabiliriz, sizin bu sıkıntınızı nasıl giderebiliriz demiş, iki elini yanaklarına koymuş düşünmeye başlamış daha sonra çevresine bakmış.
- Evet, evet düşündüm aklıma bir fikir geldi kendimizin kalabileceği bir ev yapalım demiş.
Bu fikir ayıcıkların çok hoşuna gitmiş. Ellerini çırpmışlar
- Birinci küçük ayıcık yapalım yapalım diye yerinde zıplamış
- İkinci ayıcık kocaman bir kulübe yapalım demiş
- Üçüncü küçük ayıcık hepimize bir oda yapalım demiş.
Böylece bir, iki, üç küçük ayıcık işe koyulmuşlar. Birinci küçük ayıcık ağaçları devirmiş, ikinci küçük ayıcık onları parçalara ayırmış üçüncü küçük ayıcık onları şekillendirmiş ve beraberce üç odalı bir kulübe yapmışlar. Bir küçük iki küçük üç küçük pencere yapmışlar.
Bu kulübede bulunan odalara bir küçük iki küçük üç küçük yatak yapmışlar
Bir küçük iki küçük üç küçük sandalye yapmışlar. Kışın havalar soğuk olacağını düşünerek birde. Bir küçük iki küçük üç küçük soba da kurmuşlar.
Sonrada kışlık yakacak hazırlamak için ormana gitmişler. Bir küçük ayı, iki küçük ayı üç küçük ayıcıklar ormanda kurumuş ağaçları toplamışlar onları kırmışlar eve taşımışlar. İşleri bitmiş evlerinin önünde oturmuşlar yaptıklarından çok memnun kalmışlar fakat daha sonra yine Bir küçük ayı, iki küçük ayı iç küçük ayıcıkların canı sıkılmaya başlamış
- Birinci küçük ayıcık galiba bizim yine mi canımız sıkılıyor? Demiş.
- İkinci küçük ayıcık evet evet yine bizim canımız sıkılıyor demiş.
- Üçüncü ayıcık evet evet gerçekten bizim canımız sıkılıyor diye desteklemiş
- Peki, bu can sıkıntısı için bu can sıkıntısı için ne yapmalıyız? Diye sorar birinci küçük ayıcık.
- İkinci küçük ayıcık, bilmem ki ne yapsak? Demiş
- Üçüncü küçük ayıcık can sıkıntısı çok kötü bir şey demiş.
Sonra birden Bir küçük ayı, iki küçük ayı üç küçük ayıcıklar aynı anda “eve gidelim annemize gidelim orada canımız demiş. Bir küçük ayı, iki küçük ayı üç küçük ayıcıklar annelerine koşmuşlar. Kışlık evlerini ormanın ortasında bırakmışlar.
Ormandaki evleri. Bir küçük ayı, iki küçük üç küçük odasına Bir küçük ayı, iki küçük, üç küçük ayıcık gelsin diye hala bekliyormuş.
+ Yorum Ekle
Masal & Öykü :: Küçük tren
Evvel zaman içinde küçük bir tren varmış.İki istasyon arasında gelip gidermiş.Küçük bir lokomotifi olduğu için tek bir vagonu varmış ve yalnız posta taşırmış.Bir gün yine yükünü almış yola koyulmuş, tam öteki istasyona yaklaşmış ki önünde büyük bir tren durmuş.Küçük treni de durdurmuşlar.Öndeki trenin bozulduğu anlaşılmış.İçindekileri indirmişler.herkes beklemeye başlamış.Bu yolcular arasında bir öteki istasyona yetişecek öğrenciler de varmış.
İstasyon şefi öğrencilerin okula yetişmesini istiyormuş." Şu küçük treni öne alalım, postayı boşaltalım, sonra öğrenciler binsin.Belki onları taşıyabilir " demiş.
Hemen makas açmışlar, küçük treni öne almışlar.sonra peşine iki vagon eklemişler.Küçük tren buna çok sevinmiş.Çünkü ilk kez insan taşıyacakmış.Çocuklar vagonlara doluşmuşlar.Kampana çalmış.Dan dan dan! Küçük tren harekete geçmiş.Başlamış çekmeye, çekebilecek mi kendisi de bilmiyormuş."Uf..Puf...uf...puf...zormuş ama,gayret edersem çekerim" diye düşünüyormuş.Uf..Puf...uf...puf...son bir gayretle çekmiş treni.Çuf-çuf-çaf-çaf'...diye gitmeye başlamış.
Çocuklar sevinçle el çırpmışlar.Yol boyunca da öyle el çırparak, şarkı söyleyerek gitmişler.Sonunda varmışlar istasyona.Neşeyle girmişler okula ve olanları öğretmenlerine anlatmışlar.Öğretmen "size bir tren ayırmaları iyi olmuş.Keşke hep böyle gelebilseniz" demiş.O günden sonra da küçük tren çocukların treni olmuş.Postayı bıraktıktan sonra çocukları alıp onları okula taşımış.
+ Yorum Ekle
Masal & Öykü :: KÜLKEDİSİ
KÜL KEDİSİ
Charles Perrault
Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş.
Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş.
Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan
arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine
yıkmışlar.
Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları,
mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup
ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla.
Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. İkisi de
heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın
ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler.
İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları
sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her
ikisi de!
Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için
ağlamaya başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi.
“Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi.
“Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış,
şaşkınlıktan donakalmış.
Güzel bir kadın duruyormuş yanı başında.
“Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir
balkabağı getir hemen!”
Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı
birdenbire altından bir fayton oluvermiş.
“Şimdi de altı fare...” Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata
dönüştürmüş.
“Bir sıçan...” Onu da arabacı yapmış.
“Ve altı kertenkele...” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.
Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık,
pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan
ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş.
“Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide
elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu
görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”
O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey
kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona
yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar.
Prens ise götür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans
etmek için izin verilmemiş.
Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı
sırada evde olması gerektiğini hatırlamış.
“Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup
oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala
kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş.
O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika
olamayacağını düşünüyormuş.
Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar.
Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu
ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam,” demiş.
Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış.
Ayaklarına girmemiş bile.
Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan
ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.
“Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz deneseniz?”
“O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler.
Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış.
Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne
evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış.
Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş.