Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman için de, bir adamın 2 tane birbirinden güzel kızları varmış. Bu kızlar güzellermiş güzel olmasına rağmen, huyları pek güzel değilmiş. Kızlardan büyük olan kendini çok beğenmiş, burnu büyük, havasından geçilmezmiş. Merhameti de hiç yokmuş. Başkalarını düşünmeyen bir karakteri varmış. Çok zengin bir adam onu ilk gör düğünde güzelliğine vurularak, evlenme teklif etmiş. Babası da büyük kızını o adama vermiş.
Gelelim bu adamın küçük kızına... O da ablası kadar çok güzelmiş ama, onun gibi kendini beğenmiş değil, kimseleri küçük görmezmiş, herkesin yardımına koşmayı severmiş. Herkes de küçük kızı çok severmiş. Bir gün ona da kısmet çıkmış. Küçük kızın kısmeti de, fakir bir delikanlıymış. Babası onu vermek istemese de, kızcağız babasına bu benim kısmetim, diyerek razı olmuş. O da bu dürüst fakir delikanlıyla evlenmiş.
Evlendiği bu adam çok iyi bir insanmış, çalışkanmış. Fakat, günlük çalışıp, günlük yiyorlarmış. Köşede birikmiş paraları yok muş. Bir gün kocası çok hastalanmış, zavallı kızcağız ne yapacağını şaşırmış. Düşünmüş taşınmış. Evde hiç yiyecek bir şey kalmadı, hasta kocama bir çorba bile pişiremiyorum, demiş. Ablasına gidince durumu anlatmış: “Ne olur ablacığım, senin halin vaktin ye rinde, bize biraz olsun yardım ediver, kocam iyileşip çalışmaya başladığı zaman hemen borcumuzu öderiz!” demiş. Ablası çok sinirlenerek cevap vermiş. “Bizim kimseye yardım edecek duru mumuz yok. Benden hiç yardım filan bekleme! Ne yapalım kocan çalışsaydı; onu da ben mi düşüneceğim?” demiş ve kapıyı yüzüne kapamış.
Küçük kız ,iki gözü iki çeşme ablasının evinden dönerken yine komşularından nur yüzlü birisiyle karşılaşmış. Bu fakir ve ihtiyar bir kadınmış, ama çok iyi yürekliymiş. Küçük kızla yakından ilgilenmiş. Derdini sormuş, dinledikten sonra ona kocaman bir kap dolusu un vermiş. Kızcağız çok memnun olmuş, hemen evine dönmüş, durumu kocasına anlatmış:
“Bak kocacığım, şimdi ekmek yapabilecek kadar unumuz var. Ne yapalım Allah ablamın kalbine de merhamet versin!” demiş.
Kocasını teselli etmiş.
Kocası bu duruma çok üzülmüş: “Ben ister miydim seni bu duruma düşürmeye, eskisi gibi çalışıp evime ekmeğimi getirseydim. Diyerek gözyaşlarını çok güç zapt ederek. “Sen hiç üzülme kocacığım, ben senin nasıl bir insan olduğunu bilmiyor muyum sanki? Zararı yok, elbet bu günler de geçer, Allah büyüktür, hele sen yatı ver de dinlenmene bak!” demiş.
Sonra dışarıya çıkarak çalı çırpı toplamış, ocağı yakmak istemiş. Fakat ocağın aksiliği tutmuş. Ocak bir türlü yanmak bilmemiş Kızcağız çok uğraşmış, didinmiş, ne yapsa ocak bir turlu yanmıyormuş Doğrusu çok ,ama pek çok canı sıkılmış Ah demiş, yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim. Bir den nasıl olduysa ol muş, iyi yürekli kızcağız kendini yer altında bir yerde bulmuş. Bir de ne görsün. Sağında solunda bir sürü cüce, cüceler renkli renkli kıyafetler giymiş, etrafında dolaşmaya başlamışlar. Kızcağız şaşırmış, kalmış. Çevresine şaşkın bir halde bakınıyormuş. Cüceler her biri bir iş peşindeymiş, kimi bulaşık yıkıyor, kimi ortalığı süpürüyor, kimi de çamaşır yıkıyormuş.
Küçük kızın bu çok hoşuna gitmiş: Güzel cüceler, canım cüceler, kolay gelsin ne güzel iş görüyorsunuz, demiş. Cüceler de küçük kıza bakarak hepsi birden:
“Zahmet olmazsa yukarı kata çıkın! Diyerek onu yukarı kata davet etmişler. Kızcağız peki diyerek merdivenleri birer birer çıkmaya başlamış. Bir de yukarı çıkmış ki ne görsün? Her tarafta başka başka cüceler. Onlar da iş görüyorlarmış. Cücelerden biri ışını bırakarak küçük kıza Sız çok iyi kalplı bır insansınız Sızı mükafatlandırmak istiyoruz demiş Biraz sonra iki cüce kocaman bir torba getirmiş, küçük kıza vermişler ve: “Bu torbayı size hediye e diyorum. Ben cücelerin kralıyım. Size bütün cüceler adına verdiğim bu torbayı lütfen evinize döndüğünüz zaman açarsın.” Demiş. İyi kalpli kızcağız torbayı almış, cücelerin kralına teşekkür etmiş. Kral cüce sözlerine devam ederek: “Size, bu verdiğimiz hediye azdır bile. Siz kocanızın fakir olmasına hiç aldırmadınız, ona kıymet verdiniz. Hastalanınca da ona bakmak için çok uğraştınız. Şimdi gözlerinizi kapayınız. Kendinizi evinizde bulacaksınız.” Demiş. İyi yürekli kızcağız cücenin başını okşayarak. Gözlerini kapamış. Eline de torbasını almış, beklemiş.
Birden nasıl olduysa olmuş. Bizim iyi yürekli kızcağız bir de ne görsün, kendi evinin önünde değil mi? Hemen kapıyı açıp içeri girmiş. Zavallı hasta yatan kocası: “Karım beni bırakıp gitti” diye ağlayıp duruyormuş. Ağlama canım, bak ben geldim. Hem sana neler getirdim diyerek torbayı göstermiş. Sonra odasına giderek beyaz bir çarşaf alıp gelmiş. Çarşafı orta yere sermişler. Bir makasla torbanın ağzını kesmişler ve torbayı boşaltmışlar. İkisinin de gözleri faltaşı gibi açılmış. Çünkü çarşafın üstü baştan aşağı altın dolmuş. Karı koca çok, ama pek çok sevinmişler. Artık rahat bir gün yüzü göreceklermiş. İkisi de hayatlarından çok memnunlarmış. Küçük kız iyiliğinin mükafatını bulmuş. büyük abla da kardeşinin çok zengin olduğunu duyunca kıskançlığından , bir deri bir kemik kalmış. Çok geçmeden ölmüş.