İÖ 13.yy’dan kalan ve Nübye’deki altın madenlerini gösteren bir papirüs rulosu en eski haritalardan biri sayılır. Çin’de de İÖ 1100 dolaylarında, yerölçümü için bir devlet örgütünün kurulduğu ve burada çizilen haritaları korumakla görevli memurların bulunduğu bilinmektedir. Eski Yunan’da Milletli Anaksimandros (İÖ 610-546) o zaman bilinen dünyanın bir haritasını çizmiştir. ‘Yön bulma çizgileri’ öneren ilk insanın ise Aristeles’in bir öğrencisi olan Dikaiarkhos (İÖ 350-290) olduğu sanılır. Avrupa ortaçağının bilim düşmanlığı döneminde, başka şeyler gibi haritacılığın da Arap kültür çevresi içinde geliştiği görülür. Haritacılık alanında verilebilecek başka erken örnekler arasında Polinezyalılar’ın deniz haritalarıyla, Meksika’da yaşamış olan Aztekler’in haritaları vardır.
Yeryüzünün düz, silindir ya da Platon’un ileri sürdüğü gibi küp biçiminde olduğuna ilişkin görüşler daha İÖ 4. yüzyılda aşıldı. Parmenides, aristoteles ve özellikle Eratosthenes gibi düşünür ve matematikçiler iki yüzyıl gibi bir süre içinde insanları Dünya’nın küre biçiminde olduğuna inandırdılar. Yerkürenin yaklaşık büyüklüğünü ilk hesaplayan gene Eratosthenes oldu. Eratosthenes önce, bugünkü adı Assuan olan Syene’de, Güneş’in öğle zamanındaki yüksekliğini ölçmüş, sonra aynı işlemi, yaklaşık aynı boylam üstündeki İskenderiye’de yinelemişti. Aradaki açı farkından yola çıkarak Dünya’nın çevresinin 5.000 stad (yaklaşık 40.000 km) olduğunu hesapladı. Ortaçağ insanı, antik yazmalarda sözü edilmesine karşın, Dünya’nın yuvarlak olduğu düşüncesini benimseyememişti. Çünkü böyle bir durumda karşı yanda, yani kendisine göre arkada kalanların nasıl olup da baş aşağı durabildiğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Dünya’nın yuvarlak olduğuna inanan Kristof kolomb, 1492’de Atlas Okyanusu’nu aşarak öte yana geçme yürekliliğini gösterebilen ilk insan oldu.