Bir zamanlar bir ülkede çok büyük bir saray varmış. u ülkenin kralının bir de oğulları varmış. Oğullarını evlendirmek için bir kız arıyorlarmış. Ne yapmışlarsa oğullarına bir kız beğendirememişler. Günlerden bir gün sarayın kapısı çalınmış. Kapı da yağmurdan ıslanmış çok güzel bir kız varmış: Ne olur beni içeri alın. Diye yalvarıyormuş. Kral: “Girin, buyurun, ama kimsiniz nereden geliyorsunuz?” demiş ve kızı içeri almış. Güzel kız:
“Ben bir prensesim. Yağmurda yolumu kaybettim” deyince,
Kral:
“Sen prenses ha” sözleriyle kıza inanmadığını belli ederek katıla katıla gülmüş:
Kral kraliçeyi çağırmaya gidince prens sormuş:
“Kapıyı çalan kimmiş?” Kral cevap vermiş:
“Prenses olduğunu söyleyen bir kızcağız. Ama hiç de bir prensese benzemiyor. Üstü başı kirli, hali perişan. Ama pek sevimli. Böyle bir gecede kızcağızı geri çevirmemeliyiz. Bence. Prens bu haberi duyunca pek sevinmiş. Oğulları ile evlenecek bir prenses bulmak sevdasında olan kral ve kraliçe tellal bağırtarak saraya prensesler davet etmişlerdi. Bunun üzerine saraya akın akın prenses olduklarını söyleyen birçok güzel kız gelmişti. 0 zaman kral şöyle düşünmüş:
“Hepsi de çok güzel, eminim ki gerçekten prensestirler.”
Kraliçeye bu fikri çok saçma bulmuştu. “Bir kere dünyada bu kadar çok prenses olamaz. İkincisi her prenses güzel değildir ki:
Kral:
“Doğru, doğru. Hatta geçen gün vezirim bana bazı fakir kızların da çok güzel olduğunu, prensese benzediklerini, yalnız elbiselerinin kötü olduğunu söyledi” diyerek cevap vermişti.
Köylü kızın gelişinden kral pek memnundu:
“Bilinmez, belki de sonunda karşımıza gerçek bir prenses çıkmıştır” diyerek ümitlenmeye başladı. Öbür taraftarı kraliçe atıldı:
“Ne olursa olsun. İşi bana bırakın ben onun gerçek bir prenses olup olmadığını bulup meydana çıkarırım.”
Prens, kızcağızı içeriye getirdi. Kızcağız bir prense:
“Sizleri rahatsız ettiğimden dolayı çok mahcubum. Burasının bir saray olduğunu bilmiyordum. Bilmeyerek kapınızı çaldım. Affınızı dilerim” diyordu.
Kraliçe ona güler yüzle cevap verdi. Saçlarını okşadı:
“Üzülmeyiniz kızım. Burası sizin eviniz sayılır” dedi.
Kraliçe güzel kızı yukarı götürdükten sonra odasına döndü ve mücevher kutusunu çıkardı. Pırlantcıların, incilerin, içinden yemyeşil renkte ufacık bir bezelye tanesi alarak kendi kendine.
“Bu benim mücevherlerimden çok, ama pek çok kıymetlidir. Çünkü ben bunu oğlumla evlenecek olan, ailemize uygun, gerçek bir prenses olan kıza hediye edeceğim” diye konuşuyormuş. Kraliçe, prensle evlenmek için kendilerine prenses süsü veren sayısız kızları düşünerek içini çekmiş.
Kraliçe bezelye tanesini eline aldığı zaman bunları düşünüyordu. Elindeki bezelyeye bakarak:
“Hele bir deneyelim” demiş. Bezelye tanesini alarak prensesin uyuyacağı odaya gitmiş. Bezelyeyi karyolanın arasına koymuş ve üzeri ne bütün yastıkları yığmış.
Ertesi sabah kraliçe erkenden kalkmış. Perdeleri açmış ve sarayın bahçesine bakmış. Dün gecesi şiddetli yağmur dinmiş. Altın ışıklı güneş yeni doğuyormuş. Her taraf pırıl pırılmış. Kuşlar o kadar neşeyle cıvıldaşıyorlarmış ki kraliçenin de neşesi yerine gelmiş.
Kraliçe:
“Güzelim, ümit ederim ki dünkü yorgunluktan sonra gayet ra hat uyuyabildiniz ve dinlendiniz. Öyle değil mi?” diye sormuş.
Prenses ezilerek büzülerek:
“Ne yazık ki dediğiniz gibi olmadı. Dün gece bir türlü gözüme uyku girmedi. Hiç uyuyamadım” demiş. Kral ve kraliçe heyecanlanmışlar:
“Neden, neden uyuyamadığınızı anlatın” demişler.
“Çünkü doğrusu, ben yalan nedir bilmem. Doğruyu söylemekten ise hiçbir zaman kaçınmam. Ne olduğunu bir türlü anlayamadım. Sağa döndüm, sola döndüm, bir türlü uyuyamadım. Bütün vücudum yara bere içinde kaldı.”
Kraliçe sevinçten kendini tutamayarak atılmış:
“Benim sevgili prensesim, şimdi sizin gerçek bir prenses olduğunuzu anlamış olduk.” Demiş.
Kraliçe, sarayı baştan başa telaşa vermiş. Nedimelerden ikisi ne o zamana kadar hiç görülmemiş güzellikte bir elbise dikmelerini emretmiş. En güzel yemekler pişirilmiş.
Kraliçe, prense, prensesin gece uyuyamadığını söylediği zaman üzgün prensin ne kadar sevindiğini tahmin edemezsiniz.
Prens sevinçten uçarcasına kraliçeye:
“Bugün hayatımın en mutlu günü” demiş. Sonra bütün saray terzilerini çağırtıp, kendisine yeni bir takım elbise yapmalarını söylemiş.
Prens için bir gelin bulunduğu, bütün ülkeye yayılmış ve halk şenlikler yapmış.
Sarayda bu ateşlerin alevlerine bakan prens, dünyada hiçbir şeyin prensesten daha güzel olmadığını düşünüyormuş. Hiç kimse o an kral, kraliçe, prens ve prensesten daha mutlu olamazmış.
Kral:
“Eğer bezelye tanesi olmasaydı prensesin gerçek bir prenses olduğunu anlayamayacaktık” demiş. Kraliçe de krala hak vererek sözlerini tasdik etmiş.
Prens ve Prenses ömür boyu mutlu yaşamışlar.