Atlar eski zamanlarda kırlarda bağımsız, başı boş otlayıp dolaşırlardı. İnsanların yalnızca çam fıstıkları ve meşe kozalaklarıyla beslendiği ilk çağlarda bugünkü gibi eğerler, semerler, koşumlar, arabalar yoktu. Aynı zamanda şimdiki düğün ve bayramlar da yoktu. İşte böyle bir zamanda atın biri geyiği yakalayamadığı için bir insandan yardım istedi. İnsan ata dizgin taktı, üstüne bindi ve durmadan koşturdu. Sonunda yorgun düşen geyiği yakaladılar. Bunun üzerine at insana teşekkür ederek:
- Size minnet borçluyum. Artık ormandaki yerime dönüyorum, Allahaısmarladık, dedi.
İnsan:
-Hayır, gitmeyin. Bizim aramızda kalmanız daha iyi. Sizin ne kadar becerikli olduğunuzu çok iyi görüyorum. Ne olur kalın. Size iyi davranırız. Ahırda yatar, istediğiniz gibi yer içersiniz, dedi.
At bu öneriyi kabul etti. Ama unuttuğu bir şey vardı. Özgürlük olmadıktan sonra yiyip içmek neye yarardı...
At yaptığı çılgınlığı anlamıştı. Fakat iş işten geçti. Kapalı yerlerde günlerce kaldı ve hep bağlı yaşayarak can verdi. Geyiği affetseydi, daha akıllı davranmış olurdu.