Ülkenin birinde üç kızı olan yoksul bir adam yaşarmış. Bunların viran bir kulübeleri varmış. 0 gün kızlar kulübede yemek pişire bilmek için hiçbir yiyecek bulamamışlar.
Bunun üzerine iplik bükerek, babalarına vermişler. Bu ipliği çarşıda satmasını, parasıyla da akşam eve dönerken yiyecek almasını söylemişler.
Babaları, iplikleri alarak çarşıya gitmiş. Uzun süre iplikleri satamamış. Tam ümidini yitirmek üzereyken karşısına bir Arap çıkmış.
-Amca, ne satıyorsun? diye sormuş.
Adamcağız:
-İplik satıyorum, demiş. Parasıyla kızlarıma yemeklik alacağım.
- Arap yeniden sormuş:
-İplikleri kim büküyor?
Adamcağız karşılık vermiş:
—Kızlarım.
Arap, adamcağızın eline on kese dolusu altın vererek iplikleri almış. Sonra yaşlı adama bir öneride bulunmuş:
-Amca, iznin olursa kızlarından birini almak isterim, demiş.
Adamcağız ne diyeceğini şaşırmış. Sonunda;
-Onlara bir danışayım, eğer kabul eden olursa veririm, demiş. Böylece, Arabı yanına alarak evine dönmüş.
Arap dışarda beklerken adam evine girmiş. Girer girmez de önce büyük kızına sormuş:
-Bir Arap üçünüzden birini ister. Söyle büyük kızım, sen ona varır mısın?
Büyük kız yanıt vermiş.
-Ben Arapla evlenmem, demiş.
Adamcağız bu kez ortanca kızına sormuş:
-Kızım, sen arapla evlenir misin? Ortanca kız;
-Ben de Arapla evlenmem, demiş.
Sıra küçük kıza gelmiş. Babası ona da sormuş:
-Kızım, sen Arapla evlenir misin? Küçük kız boynunu bükmüş.
Evlenirim babacığım, demiş. Hiç değilse şu yokluktan kurtuluruz.
Adamcağız yarı sevinçli yarı üzgün bir halde kapıyı açmış. Arabı evine buyur etmiş. Arap, en küçük kızın kendisiyle evlen meyi kabul ettiğini duyunca sevinçten çılgına dönmüş. Beraberin de getirdiği küçük bir çuval dolusu altını kızın babasına armağan etmiş.
Kızcağız sevinçten yıllardır ilk kez yüzü gülen babasına sarılarak ona veda etmiş. Gerçekte babacığının yüreği kan ağlıyor ama kızlarının yokluktan kurtulması için bunu belli etmiyormuş. Kızca ğız ablalarına da sarılarak onlarla vedalaşmış. Küçük kız evden ayrılırken ablaları altınları sayıyor, göbek atıyorlarmış.
Arapla kız evden çıkmışlar. Bir süre konuşmadan yol almışlar. Sonunda Arap:
-Kapa gözlerini, demiş. Güzel kız da gözlerini kapamış. Sonra Arap:
-Aç gözlerini, demiş.
Güzel kız da gözlerini açmış. Açmış ama bir de ne görsün? Büyük bir sarayın içinde değil miymiş? İki yanında sıralanan halayıklar, cariyeler kıza hizmet etmek için yarışıyorlarmış.
Kız, sarayın güzelliği ve görkemli karşısında, bir an için kendini cennete sanmış. Halayıklar onu değerli mücevherlerle döşemiş bir odaya çıkarak köşeye oturtmuşlar.
Sonra bin bir türlü yiyeceklerle, içeceklerle kızı beslemişler. Yemekten sonra hamama götürerek güzel kızı güzelce yıkamışlar, ona değerli taşlarla bezenmiş giysiler giydirmişler.
Küçük kız, yıkanıp giyindikten sonra halayıklar ona tas tas şerbetler içirmişler. Kızcağız çok geçmeden uykuya dalmış. Halayıklar onu yatağına yatırmışlar. Ertesi gün de hizmette hiç kusur etmemişler. Akşamleyin kız yıkandıktan sonra ona tas tas şerbetler içirmişler. Kızcağız yine uyuyakalmış.
Günler birbirini kovalamış. Bizim kızın yaşamında bir değişiklik olmamış. Güzel sarayda çevresinde uşaklar, halayıklar, cariyeler dönüyorlarmış, kıza hizmet edebilmek için sanki yarışıyorlarmış.
Bir gün genç kız, kendisini saraya getiren Arabı görmüş. Ona sormuş:
-Babamla kardeşlerimi özledim. Beni bir günlüğüne babamın evine götürür müsün?
Arap meğerse kızın kocası olacak kişi değilmiş. 0, yalnızca sa rayın harem ağasıymış. Kızcağızın haline acımış. Onu babasına götürmeye karar vermiş.
Böylece Arapla kız yola çıkmışlar. Arap yine:
-Kapa gözünü, demiş.
Kızcağız gözünü kapamış, açmış. Kendisini babasının evinde, kapının tam önünde bulmuş.
Küçük kızının kendisini görmeye geldiğini gören babası çok sevinmiş. Ablaları da onu özlemle kucaklamışlar.
Kıza, mutlu olup olmadığını sormuşlar.
Kızın babası Arabın verdiği altınlarla ile bir dükkan açmış, artık hiç geçim sıkıntısı çekmiyorlarmış.
Arap, kızın babasına yine altın vermiş. Ancak bu kez, bir önce kinin iki katıymış. Kızın babası çok sevinmiş. Arapla sohbet etme ye başlamışlar.
Onlar söyleşirken kız ablalarıyla yan odaya geçmiş. Ortanca ablası sessizce: ‘Nasıl, mutlu musun?” diye sormuş:
Kız:
-Çok mutluyum ama geceleyin bana şurup içiriyorlar, hemen uyuyorum, diye karşılık vermiş.
Ablası:
-Ya kocanı hiç görmedin mi, diye sormuş. Kız, başını iki yana sallayarak:
-Hayır, demiş. Araptan başka erkek görmedim. Abla düşünür taşınır, sonunda kardeşine:
-Şu saksıdaki minik çiçeği beraberinde götür. Sana şerbet getirdiklerinde içiyor gibi yapar şerbeti saksıya dökersin. Sonra da sözde uyumuş gibi yaparsın. Bakalım neler göreceksin? Demiş.
Kızcağız, birkaç gün babasının evinde kalmış, kardeşleri ve babasıyla özlem gidermiş.
Sonunda saraya dönüş zamanı gelmiş. Arap yine kıza gözünü yumdurup açtırmış, kız kendini sarayda bulmuş.
Kız o gece şerbeti içiyormuş gibi yapıp saksının içine dökmüş. Sözde uyumuş gibi yapmış. Halayıklar onu yatırmış. Sonra kızın kocası gelip yanına yatmış, hemencecik de uykuya dalmış.
Kız kocasını görünce mumu alarak ona dikkatlice bakmış. Bir de ne görsün? Yakışıklılığı dillere destan bir yiğitmiş. Kızcağız farkında olmadan beyin karnına bir damla sıcak mum damlatmış.
Bey, sıçrayıp uyanmış. Karşısında, kızı görünce:
-Demek bana oyun oynadın ha!.. 0 halde beni ara da bul, diyerek kaybolmuş.
Kızcağız, ertesi gün yakışıklı kocasını bulmak için yollara düşmüş. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Sonunda bir devle karşılaşmış, onunla selamlaşmış.
Dev:
-Nereden gelir nereye gidersin? Diye sormuş.
Kız da her şeyi deve anlatmış.
Dev:
-Kocan az önce buradan geçti. Az ilerde bir dev daha var, ona sor, demiş.
Kız yeniden yollara düşmüş. İkinci devin yanına varmış.
Ancak o devden de kocasının yerini öğrenememiş.
Gide gide üçüncü devle karşılaşmış. Bu dev ona, kocasının bir arkadaşı olduğunu söylemiş.
-Kocan yedi yılda bir bana gelir, söyleşiriz, demiş. İstersen burada kal bekle.
Böylece kız orada kalmış. Kocasının yolunu gözlemeye başlamış. Dev, çocukları kızcağızı yemesin diye onu bir sandalyeye dönüştürerek bir köşeye yerleştirmiş.
Aradan yedi yıl geçmiş. Kocasının geleceği gün dev, kızcağızı yine eski haline dönüştürmüş. Ona öğütler vermeye başlamış:
-Kocan neredeyse gelir. O geldiği zaman şerbet getirirsin. 0 bardağı alırken bardağı düşürüp kırarsın. Ben de seni dövmeye kalkarım. Bakalım kocan seni sevecek mi? Seni dövmeyeyim diye beni durduracak mı?
0 gün kızın kocası, deyin evine gelmiş. Ancak yakışıklı yiğit pek kederli, tasalıymış.
Dev, ona üzüntüsünün sebebini sorunca kızın kocası kaçamak yanıtlar vermiş. Dev işi anlayarak için için gülmüş.
Yemekten sonra yiğit şerbet istemiş. Dev, kıza şerbeti getirmesini söylemiş. Kız şerbeti getirip kocasına vermiş. Yiğit kızı karısına benzettiğinden gözünü ondan ayıramamış.
Bardağı geri verirken kız, sözleştikleri gibi bardağı düşürüp kırmış. Dev kızı yalancıktan dövmeye davranmış.
Yiğit hemen atılmış, kızı dayaktan kurtarmış. Ancak bu durumdan kuşkulanarak, arkadaşına şöyle söylemiş:
-Bu kız nereden gelmiş? Söylesene sevgili dev, onu bana verir misin?
Dev:
-Olur mu öyle şey dostum, o benim her işimi görüyor, onu sana veremem, demiş.
Yiğit birkaç gün sonra gitmiş. Ama bir her yedi yıl sonra geleceğine yedi hafta sonra geri dönmüş.
Dev onu karşısında görünce gülümsemiş.
Kıza, Bu kez yemeği dök.” Diye fısıldamış.
Yiğitle dev tam yemek yiyecekken, kız tencereyi yere devirmiş. Yemekler yerlere saçılmış. Dev, yalancıktan kızın üstüne yürümüş, yiğit de deyin ayaklarına kapanıp, kızı dövmemesi için yal varmış.
Üç beş gün sonra yiğit yine gitmiş. Ancak yedi yıl sonra geleceğine bu kez yedi gün sonra gelmiş.
Bu kez ona kapıyı kız açmış. Kocasına öyle bir gülümsemiş ki yiğit delikanlı onun kendi karısı olduğunu bu kez anlamış. Karı koca deve teşekkür ederek saraylarına dönmüşler. Kızın ailesini de saraya getirerek o günden sonra çok mutlu yaşamışlar.
Onlar ermiş muradına, darısı bizim başımıza.