Çok eski zamanlarda, bir padişahın üç oğlu, bir de küçük kızı varmış. Küçük sultan bir gün bahçede oynarken kaybolmuş. Saraydakiler her yeri aramışlar, taramışlar kızı bulamamışlar. Öldüğünü gösterecek bir işaret de bulamamış. Padişah ile sultan anne:
- Bu sihir işi! Olsa olsa kötü biri kızımızı götürmüştür…Nasıl olsa bir gün gelir! diyerek kendilerini avutmaya çalışmışlar.
Sarayın bahçesinde muhteşem bir elma ağacı varmış. Bu ağaç, senede tek bir elma verirmiş. Bu elmanın güzelliğine dünyada başka bir yerde rastlanması mümkün değilmiş. O yıl yine elmayı kopartmak için tören düzenlenmiş. Ancak ağaçta yapraklardan başka bir şey yokmuş. Saraydan hiç kimse elmayı koparmadığı için bu işi yabancı biri yapmıştır, diye düşünmüşler. Ertesi yıl elmayı kimse koparmasın diye, elmanın koparılacağı güne kadar ağacın dibinde nöbet tutulmasına karar verilmiş. Padişahın büyük oğlu nöbet tutmak için babasından izin istemiş. Babası, büyük oğlunun isteğine karşı çıkmamış. İlk gece uyumamış, sabahleyin elma yerinde duruyormuş. İkinci gece çok uykusu gelmiş gene de uyumamış. Üçüncü gece uykusuzluğa dayanamamış, kendini uykunun derinliklerine bırakmış.
Sabahleyin gözlerini açan büyük şehzade, bir de bakmış ki elma yok… Koşarak babasına gitmiş, olanları anlatmış.
Ertesi yıl ortanca şehzade nöbet tutmuş. O da ağabeyi gibi üçüncü gece uyuyakalmış. O gece elma yok olmuş. Büyük şehzade:
- Babacığım, tüyü bu denli güzel olan kuşun kendisi kim bilir ne kadar güzeldir? Ben bu kuşu bulacağım, demiş.
Padişah, kuşun tüyünden bir kalem yaptırmış. Büyük şehzadeye de bu kuşu bulması için izin vermiş.
Büyük şehzade, demirden giysiler giymiş, yollara düşmüş. ‘’Bir ay sonra dönmezsem beni arayın.’’ Saraydakileri öğütlemiş. Günlerce yol almış. Bir gün çok yorulduğu bir sırada, bir pınar başında atından inmiş. Pınardan su içerken karşısına bembeyaz bir tavşan çıkmış. Tavşan dile gelerek:
- Şehzadem, nereden gelip nereye gidersin? diye sormuş.
Şehzade, tavşanın konuştuğunu görünce çok şaşırmış. Derdini anlatmaya başlamış:
- Altın kuşu arıyorum. Dört yıldan beri bizim bahçesindeki elmayı çalıyor. Onun bulunduğu yeri biliyorsan bana söyler misin?
Tavşan gevrek gevrek yanıtlamış:
- Demek bu kadar uzun yoldan geliyorsun. O halde ben de sana onun yerini söyleyeyim. Şu dağı aştıktan sonra karşına bir yol çıkacak. Bu yolun ortasında iki han vardır. Hanlardan birinde her türlü eğlence vardır. İkinci han sessiz, yavandır. Ancak altın kuşun yerini ikinci hana girersen öğrenebilirsin’
Aradan bir ay geçmiş. Büyük şehzade saraya dönmeyince ve sultan oğulları için kaygılanmaya başlamışlar.
Ortanca şehzade:
- Ben gider, hem altın kuşu hem de ağabeyimi bulup getiririm, demiş.
Böylece yolculuk hazırlıklarına başlamış olan şehzade.
Saraydan ayrılmadan önce babasına :
- Bir aya kadar dönmezsem beni ararsınız! diye öğütlemiş.
O da büyük şehzade gibi atıyla yol almış ve bir pınarın başında su içmek için atından inmiş. Tam su içerken karşısına o tavşan çıkmış.
Tavşan ortanca şehzadeye de altın kuşu nasıl bulacağını anlatmış…
Ortanca şehzadenin gidişi bir ayı geçince padişah ve sultan kaygılanmaya başlamışlar. Küçük şehzade ağabeylerini ve altın kuşu bulmak için babasından izin istemiş:
- izin verirseniz babacığım, demiş, gidip ağabeylerimi bulayım demiş. Padişah bu isteğe karşı çıkmış:
- Ağabeylerin gitti, ama dönmedi. Eğer bu yolda başlarına kötü bir şey geldiyse, seni yitirmek istemem, demiş.
Küçük şehzade avlarmış, ağabeyleri uyuduğu halde altın kuşu nasıl vurduğunu söyleyerek böbürlenmiş.
- Kuşu ele geçiren de ben olacağım, demiş. Göreceksiniz, ağabeylerimi de getireceğim… padişah, küçük oğlunun daha akıllı olduğunu bilirmiş. Onun bu işi başarabileceğine inanmış. Onun gitmesine izin vermiş. Küçük şehzade, ağabeyleri gibi yola çıkmış. Bir süre yol aldıktan sonra pınarın başında atından inmiş. Tam su içerken tavşan ona da görünmüş. Altın kuşu nasıl bulacağını küçük şehzadeye de anlatmış.
Küçük şehzade, atını dört nala sürmüş. Çok geçmeden tavşanın sözünü ettiği hanların yanına varmış. Hanlardan biri saray öbürü de viran bir kulübe gibiymiş. Küçük şehzade, sihirli tavşanın öğütlerini anımsayarak viran kulübeye yerleşmiş. Akşamleyin karnını doyurup, sert tahtadan yapılmış döşeksiz yatağa uzanmış. Altın kuşu düşünmekten gözüne uyku girmiyormuş. Gece yarısı bir ses işitmiş.
- Geleyim mi? şehzade ürkmüş, karşılık vermemiş.
Sabahleyin hanın kapısına çıkmış. Birden kendisine öğüt veren tavşanı görmüş. Tavşan küçük şehzadeye yaklaşarak:
- Akşam sana seslendim karşılık vermedin, demiş. Karşılık verseydin işimiz kolay olacaktı. Haydi atla sırtıma!
Küçük şehzade tavşanın sırtına binmiş.
Tavşan hızla koşarken:
Seni altın kuşun bulunduğu saraya götürüyorum. Bu saray öfkeli padişahındır. Sarayın bahçe kapısı önünde seni indireceğim. Bahçedeki iki kapıdan açık olanından geç. Karşına çıkacak aslanın burnunu, kaplanın kulaklarını okşa.
Altın kuş bahçedeki gül ağacında oturur. Ağacın altında bir altın bir de tahta kafes durur. Kuşu al, tahta kafesin içine koy. Öğütlerimi dinlemezsen padişah seni yakalatır, zindana attırır.
Sarayın bahçe kapısının önüne gelince küçük şehzade tavşanın sırtından inmiş. Tavşan da o anda gözden kaybolmuş. Şehzade, aslanın tüm öğütlerini yerine getirmiş. Altın kuşun güzelliği karşısında büyülenmiş. Onu tahta kafese koymaya kıyamamış, altın kafese koymuş. Tam kapıdan çıkacakken karşısında bir dev belirmiş. Şehzadenin aklı başına gelmiş ama artık çok geç olmuş… Dev, küçük şehzadeyi yakalayarak padişaha götürmüş. Padişah şehzadeyi zindana attırmak üzereyken eşi onu durdurmuş.
- Bu yiğit şehzadenin zindanda çürümesi çok yazık… Bize altın kızı getirirse, biz de altın kuşu ona veririz. Böylece zindandan kurtulmuş olur.
Padişah, küçük şehzadeyi, altın kızı getirmesi koşuluyla özgür bırakmış. Tavşan:
- Burası hırçın padişahının sarayıdır. Bahçedeki çiçeklerin arasında bir havuz göreceksin. Orada bir yere gizlenirsin. Az sonra altın kız havuza girer. Havuzdan çıktığı zaman onu elbiselerini giymeden yakalarsan dışarı çıkabilirsin. Eğer giyinirse hırçın padişah seni yakalayıp zindana attırır haberin olsun, demiş.
Küçük şehzade, tavşanın öğütlerini yerine getireceğine değin söz vermiş. Sonra sarayın o muhteşem bahçesine girmiş. Yaprakları arasına gizlenmiş. Az sonra tüller içindeki altın kız gelerek havuza girmiş. O, yüzerken öbür kızlar da şarkı söylüyorlarmış. Altın kız az sonra el işreti dışarıdaki uzaklaştırmış, havuzdan çıkmış. Tam elbiseleri giyerken, küçük şehzade onu yakalamış ve sürüklemeye başlamış. Şaşkına dönen altın kız, elbiselerini giymek için yalvarıyormuş. Sonunda şehzade, altın kızın yalvarmalarına dayanamamış tam kapıya varmışken elbiselerini giymesi için onu bırakmış. Kızın elbiselerini giymesiyle iki devin şehzadeyi yakalaması ve padişahın huzuruna çıkarması bir olmuş.
Hırçın Padişah:
- Bir şehzade olduğun belli. Söyle, sarayıma girip altın kızı kaçırma saygısızlığını nasıl yapabildin? Ben de senin kelleni uçurtacağım. Cellatlar, küçük şehzadenin kellesini uçurmak üzereyken hırçın padişahın lalası onları durdurmuş.,
- Padişahım, bu şehzade bize altın atı getirsin, getirmezse, kellesini uçurtursunuz. Getirirse altın kızı ona veririz, demiş. Böylece küçük şehzade yine kurtulmuş. Altın atı bulmak için saraydan çıkmış. Bu sırada tavşan yine karşısında belirmiş. Öğütlerini dinlemediği için şehzadeyi güzelce pataklamış. Sonra onu yine sırtına alarak altın atın bulunduğu saraya doğru yol almaya başlamış. Bir taraftan da söyleniyormuş.
- Öğütlerimi dinlemiş olsaydın altın kuşu almış, saraya dönmüş olacaktık,öff, öff… Küçük şehzade, tavşanı dinliyor haklı olduğu için ona karşılık vermiyormuş. Uzun zaman yol almışlar. Sonunda neşeli padişahın sarayına varmışlar. Sarayın bahçesinde güzel bir köşk varmış. Tavşan, bahçenin kapısını gösterek:
- Burası neşeli padişahın sarayıdır. Altın at, padişahın biricik oğludur. Çok uysaldır. Bahçe kapısından gir ve çevrene bakmadan doğruca köşke gir. Altın at oradadır. Köşkün kapısı da açıktır, atın başını okşa, kişnerse arkandan gelecek demektir. Kişnemezse hemen kaç, çünkü neşeli padişah seni yakalatıp zindana attırır. Muhteşem güzellikteki altın at, şehzadenin gözünü kamaştırıyormuş.
Şehzade başını okşayınca altın at keyifli keyifli kişnemiş ve şehzadeyle birlikte bahçe kapısından dışarıya çıkmış.
Tavşan kapıda bekliyormuş. Şehzadeye:
- Atın sırtına bin! Demiş.
Şehzade, ata binmiş. Tavşan da şehzadenin arkasına oturmuş.
Altın at bir ok gibi fırlamış göz açıp kapayıncaya kadar hırçın padişahın sarayına varmış. Şehzade, saraya girmiş. Padişahın karşısına çıkarak altın atı getirdiğini, izni olursa altın kızı götüreceğini söylemiş. Padişah, delikanlının yürekliliğine hayran olmuş ve altın kızı da altın atı da ona vermiş.
Şehzade, altın atla tavşanı kapıda bırakmış. Altın kızı alarak içeri girmiş. Doğruca padişahın karşısına çıkmış.
- Padişahım, size altın kızı getirdim, demiş.
Padişah kalkıp şehzadenin sırtını sıvazlamış.
- Sen yürekli bir genç olduğunu kanıtladın. Bu güç işleri başardıktan sonra altın kuşu ele geçirebileceğini anlamıştım. Onun için altın sana veriyorum. Altın kız da senin olsun. Haydi kal sağlıcakla… Göz açıp kapayıncaya değin, tavşanın şehzadeleri karşıladığı pınara varmışlar.
Tavşan durmuş:
- Şehzadem, ben daha fazla gelemem, burada ayrılalım, demiş.
Bu istek karşısında, şehzade şaşırmış:
- Nasıl olur, ben senden gördüğüm iyiliği şimdiye kadar hiç kimseden görmedim. Senden ayrılmak istemem, demiş.
Tavşan:
- Benim artık gitmem gerek, diye diretmiş.
Küçük şehzade, tavşandan ayrılacağı için ağlamış. Tavşan da el sallayıp gözden kaybolmuş. Küçük şehzade altın atını hızla sürüyor, ağabeylerini arıyormuş. Çok geçmeden ağabeylerinin eğlenerek sürekli borçlandıkları handa bulmuş. Onların hancıya olan borçlarını ödedikten sonra onlara birer at satın almış. Böylece hep birlikte yola koyulmuştur. Yolda ağabeyleri küçük şehzadeden yiyecek istemişler. Küçük şehzadenin yanında hiç yiyecek yokmuş. Bunun için bir ağacın altında durmuşlar. Şehzade altın atından inerek onu bir ağaca bağlamış. Altın kuşu ve altın kızı da ağabeylerine emanet etmiş.
- Ben avlanmaya, size yiyecek aramaya gidiyorum. Altın kız, altın kuş ve altın at size emanet, diyerek gözden kaybolmuş. İki şehzade avlanmaya giden küçük şehzadeyi izlemişler. Onun bir mağaraya girdiğini görünce de mağaranın ağzını taşla kapatmışlar. Sonra da emanetleri alarak babalarının sarayına dönmüşler. Mağaradan çıkamayan küçük şehzade ağabeylerinin ettikleri kötü oyunu anlamakta gecikmemiş. Hiç beklemediği bu davranış karşısında çok üzülmüş. Padişah iki oğlunun dönüşüne çok sevinmiş. Altın atı, altın kızı, altın kuşu da çok beğenmiş. Ancak altın at, altın kız ve altın kuş saraya girer girmez heykele dönüşmüşler. Padişah, buna çok üzülmüş. Bir taraftan da geri dönmeyen küçük şehzadesi için eşiyle birlikte gözyaşı döküyorlarmış. Küçük şehzade günlerce mağarada kapalı kalmış. Açlıktan, susuzluktan ölmek üzereymiş. Derken tavşan belirmiş, mağaranın ağzını açmış, küçük şehzadeyi dışarı çıkarmış.
- Artık söz dinle. Çünkü bir daha yardımına koşamayacağım. Tam tersine bu kez ben senden yardım istiyorum
Küçük şehzade şimdiye kadar kendisine hep yardım eden tavşana:
- Senin iyiliğini hiç unutamam. Dile benden ne dilersen, diye karşılık vermiş.
Tavşan:
- Beni okunla tam yüreğimin üstünden vur, demiş.
Küçük şehzade şaşkınmış. Ancak tavşanın biricik isteğini yerine getirmek zorundaymış. Yaşlı gözlerle okunu atmış, tavşanı tam yüreğinden vurmuş. Tavşan birden gözden kaybolmuş. Onun bulunduğu yerde şehzadenin yıllar önce kaybolan kız kardeşi duruyormuş. Meğer kötü cadı küçük kıza büyü yaparak onu bir tavşana dönüştürmüş. Şehzade okuyla tavşanı vurduğunda kız büyüden kurtularak eski haline dönmüş. Küçük şehzade, sultan kardeşiyle birlikte saraya dönmüş. Babası ve annesi iki evladını birden karşılarında görünce çok sevinmişler. Gözyaşları içinde çocuklarına sarılarak hasret gidermişler. Küçük şehzade saraya girer girmez altın at, altın kuş, altın kız yeniden canlanmış. Padişah buna çok şaşırmış. Şehzadeden olanları anlatmasını istemiş. Şehzade başına gelenleri anlatmış. Padişah baba, büyük oğullarının yaptığına çok öfkelenmiş. İkisini de hem saraydan hem ülkesinden kovmuş. Küçük şehzade çok geçmeden altın kızla evlenmiş. Nur topu gibi de bir oğlu olmuş. Yaşamını sarayda, ailesiyle birlikte mutluluk içinde geçirmiş.