The case is too big. He can't carry it. (Valiz fazla büyüktür. Onu taşıyamaz.)
< too > kelimesi daha fazla iyi ya da daha uygun durum olma anlamında kullanılır.
too | ADJECTIVE | |
I don't want to go out. I'm | too | tired. (Dışarı çıkmak istemem. Fazla yorgunum.) |
too | PLURAL NOUN | |
I couldn't find her at the concert because there were | too | many people there. (Konserde onu bulamazdım, çünkü orada çok fazla insan vardı.) |
too | UNCOUNTABLE NOUN | |
Our teacher gives us | too | much work. (Öğretmenimiz bize çok fazla çalışma verir.) |
Birisinin niçin bir şeyi yapamayacağını açıklamak için
too ile < to + infinitive > kalıbını kullanabiliriz.
She's too young to drive. (Araba sürmek için fazla gençtir.)
( = She can't drive because she's too young.)
( = Fazla genç olduğu için araba süremez.)
This case is big enough. I can put all my clothes into it. The small case isn't big enough.
(Bu valiz yeterince büyüktür. Tüm giysilerimi ona koyabilirim. Küçük valiz yeterince büyük değildir.)
< enough > kelimesini ihtiyacımız veya daha fazlası kadar anlamında kullanırız.
< not ... enought > kalıbını ise yetersiz anlamında kullanırız.
ADJECTIVE | enough | |
Is your room | warm | enough? (Odanız yeterince sıcak mı?) |
enough | PLURAL NOUN | |
I've got | enough | potatoes, thanks. (Yeterli patatesim var, teşekkürler.) |
enough | UNCOUNTABLE NOUN | |
I can't talk to you now. I haven't got |
enough | time. (Şimdi sizinle konuşamam. Yeterli zamanım yok.) |
Birisinin niçin bir şeyi yapamayacağını açıklamak için
< not ... enouh + to + infinitive > kalıbını kullanabiliriz.
She isn't old enough to drive. (Araba sürmek için yaşı yeterli değildir.)
( = She can't drive because she isn't old enough.)
( = Araba süremez çünkü yeterince yaşlı değildir.)